Salgınla birlikte binlerce öğrencinin ve eğitimcinin bir arada bulunduğu okul düzeninde “fiziksel mesafe” kuralına uymak mümkün olmadığı için yüz yüze eğitim yerine uzaktan eğitime geçildi. Milli Eğitim Bakanı geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada “Uzaktan eğitimi önümüzdeki yıllarda da Türk eğitim sisteminin olağan bir parçası yapmak için yeni bir proje çalışmasının içindeyiz” dedi. YÖK başkanı da aynı günlerde, uzaktan öğretim ile ilgili yapısal değişikliğe yönelik bazı kararlar aldıklarını belirterek, “YÖK olarak örgün öğretimde uzaktan öğretimle verilebilecek ders oranını yüzde 40’a çıkarıyoruz” açıklamasında bulundu. Bu açıklamalardan “uzaktan eğitimin, yükseköğretim ve temel eğitimde kalıcı olmasının amaçlandığı” anlaşılıyor.
Bu açıklamalar aklımıza şu soruyu getiriyor: Toplum sağlığı da hiçe sayılarak “fiziksel mesafe” önlemleri “normalleşme” adı altında ortadan kaldırılırken, LGS ve YDS sınavları dahi ertelenmeyerek milyonlarca öğrenci ve eğitimcinin yaşamı tehlikeye atılırken salgında tedbir olarak getirilen “uzaktan eğitim” neden kalıcı hale getirilmek isteniyor?
Uzaktan eğitimin kalıcılaşmasının, öğrencilerin ya da toplumun sağlığıyla hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. Bu konu, koronavirüs öncesinde kısmen uygulanan ve uzunca süredir üzerinde tartışılan bir konudur. Yükseköğretimde birçok üniversitede örgün (yüz yüze) eğitimin yanı sıra açık ve/veya uzaktan eğitim programları vardır (Yükseköğretimde uzaktan eğitimi, “Uzaktan bilim üretilir mi, bugün üniversitelerin bilgi üretmek ve aktarmak gibi bir hedefi kalmış mıdır?” gibi sorularla tartışmak üzere bir başka yazıya bırakalım.). Ancak temel eğitimde, “okulsuz-öğretmensiz eğitim” başlığı altında birçok kez gündeme gelmesine karşın uzaktan eğitim, salgın vesile olana kadar uygulanmamıştır.
Birçok ülkede sürdürülen “okulsuz, öğretmensiz eğitim” tartışmalarında, genellikle dünyanın geleceği üzerine araştırmalar yapan The World Future Society’nin, Eylül-Ekim 2013 tarihli raporundaki “15-20 yıl içinde dünyada okulsuz ve öğretmen olmadan bir eğitim modeli öngörüsü ile okul merkezli eğitime ‘gelecekte yok olacaklar’ arasında yer verilmesi” referans gösterilmektedir. Bu rapora göre 2030’da okullarda derslerin yüzde 90’ı internet üzerinden, dijital ortamda yapılacak; eğitim, öğretmekten rehberlik yapmaya doğru bir evrim geçirecektir.
Salgın öncesinde temel eğitimde uygulanmamakla birlikte uzaktan eğitim, MEB’in de uzun zamandır gündemindedir. Örneğin bakanlık kapsamında yapılan Yönetici Gelişim Planı (YÖGEP) toplantılarında bu, “akılcı, çağdaş, yenilikçi bir eğitim sistemi” olarak sunulmakta ve örgün eğitime göre en büyük avantajının da “maliyet” olduğu ifade edilmektedir. Yani MEB, salgından çok önce temel eğitimde uygulamaya niyetlendiği uzaktan eğitimi yaşama geçirmek için salgını “fırsat” görmektedir!
MEB, salgınla birlikte uzaktan eğitimi, Eğitim Bilim Ağı (EBA) aracılığıyla televizyon programlarının yanı sıra internet üzerinden video anlatımlı dersler ve öğrenci ile öğretmenin buluştuğu “canlı sınıf” programlarıyla gerçekleştirdi. Öldürücü ve hızla yayılan bir salgın döneminde öğrencileri eğitimden mahrum bırakmamak için teknolojiden yararlanarak eğitim faaliyetini sürdürmeye çalışmak önemlidir elbette. Ancak neoliberal politikalarla eğitim sistemine de yansıyan toplum kesimleri arasındaki eşitsizlik; eğitimin teknoloji aracılığıyla yapılmak istenmesiyle daha da artmıştır. Yüz binlerce öğrenci bilgisayar, tablet, akıllı telefon vs cihazları ya da internete erişimi olmadığı için dijital ortamdaki öğretim olanağından mahrum kalmıştır.
Türkiye Eğitim Gönüllüler Vakfı’nın (TEGV) 7 bölgeden 31 ilde yaptığı ve mayısta yayımladığı “Covid 19 Dönemi TEGV Çocukları Uzaktan Eğitim Durum Değerlendirme Raporu”na göre EBA’nın internet üzerinden yaptığı video dersleri izleme oranı yüzde 47, canlı derslere katılım ise sadece yüzde 11’dir. Öğrencilerin çok önemli bölümü (yüzde 66) ise uzaktan eğitim programına günde sadece 1-2 saat zaman ayırmıştır.
Bu da göstermektedir ki öğrencilen yüzde 89’u uzaktan (dijital ortamda) eğitime doğrudan katılamamaktadır. Eğitimi metalaştıran bir anlayışla “maliyetleri düşürmek” için salgın fırsatından da yararlanarak uzaktan eğitimin kalıcı hale getirilmesiyle, öğrencinin doğrudan katılamadığı bir sistemde eğitimin, “toplumsal hiçbir işlevi yerine getiremeyeceği; ırkçı, şoven, mezhepçi, cinsiyetçi anlayışı sanal ortamda yeniden üretmek dışında bir işe yaramayacağı” açıktır. Bu durumda geriye sadece öğretmen emeğinin değersizleşmesi ve eğitimin en ucuz yoldan sermayeye iş gücü, siyasi iktidara ise “sadık” yurttaşlar yetiştirmesi kalmaktadır!