İki gün sonra AİHM Genel Kurulu’nun Sayın Demirtaş hakkında vermiş olduğu kararının uygulanmamasının üzerinden 4 yıl geçmiş olacak. Tam 2600 gündür Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Kobani kumpas davasındaki kurmaca iddialar, sahte ve yaratılan delillerle; HDP MYK üyeleri, Kadın Meclisi üyeleri, TJA aktivistleri, Belediye Eş Başkanları ve birçok siyasetçi rehin alınarak insan hakları ve mücadelesine devlet eliyle müdahale ediliyor.
İnsan hakları mücadelesinin üç temel gücü vardır. Bunlar; hukukun gücü, yani hukuk yoluyla koruma, utanmanın gücü ve demokratik kamuoyu gücüdür.
AİHS md 46. ‘Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler’ ve Anayasa md. 90 ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır’ amir hükümlerinde AİHM kararlarının Türkiye için bağlayıcı olduğu ve Türkiye AİHM kararlarını yerine getirmeyi taahhüt etmiştir. Daha da net söylemek gerekirse uluslararası andlaşmalarla ‘şahsım’ kanunları arasında çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası andlaşma hükümleri uygulanacaktır.
Peki bu kadar net ve amir hükümlere göre Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulamama ısrarı ne ile açıklanabilir? Bu tutum nasıl tanımlanabilir?
Türkiye’nin bu tutumu; hukuka, demokrasiye ve insan haklarına meydan okumadır. Bu uluslararası sözleşmelere, ahde vefaya uymamadır. Bu hukuku askıya alıp, ‘şahsım’ kanunlarını uygulamadır. Nitekim ‘şahsım’ bunu açık açık söyledi; ‘karşı hamleyi yapar işi bitiririz, biz bunları serbest bırakamayız vb’. Ve hukuka, demokrasiye, ortak yaşama, eşitliğe karşı ‘darbe yaparak’ pardon ‘karşı hamle’ yaparak hukuku askıya aldı. Hukuksuzluğu normalleştirdi.
Demirtaş/Türkiye kararıyla AİHM ilk defa Türkiye’deki yargılamaların AİHS md 18 ihlali olduğunu, yargılamaların siyasi saikle yapıldığını vurguladı. Ancak tam 4 yıldır bu kararda yerine getirilmesi istenen genel ve özel tedbirler alınmadı ve karar uygulanmadı. Uygulanmayan ilk karar Demirtaş/Türkiye kararı değil, öyle görünüyor ki son da olmayacak. Türkiye’nin uygulamadığı en önemli kararlardan biri de 18 Mart 2014 tarihli Öcalan/Türkiye kararındaki ‘umut hakkı’ ihlali kararıdır. Yine kamuoyunun yakından bildiği Osman Kavala kararı ve AYM’nin Can Atalay kararı gibi onlarca karar ile verilen genel ve özel önlemler alınmamakta, kararlar yerine getirilmemektedir.
Hukuksuzluğu ‘hukuk’ edinmiş bir irade uluslararası sözleşmelerdeki yükümlülüğünü yerine getirmediği gibi, iç hukuktaki yargının vermiş olduğu kararları da paşa gönlüne göre hareket etmektedir.
AİHM kararları uygulanmadığı halde Erdoğan’a karşı Avrupa ülkeleri neden daha etkin bir tutum almazlar? Ya da AİHM kararlarının uygulanması için neden daha etkin bir yol bulmazlar, uygulanan tek yol Avrupa Konseyi bakanlar komitesi bakan yardımcıları 3 ayda bir toplanıp ilgili hükümetleri ‘uyarmakla’ yetinirler? Bu hususlar ayrı bir yazı konusu.
Ben ise bu yazıda utanma duygusundan söz etmek istiyorum. Utanma; ahlaki bir terimdir. Kişinin kendi kötü davranışlarından rahatsız olarak bu davranışları terk etmesidir. Dr. Sznycer’e göre bu ahlaki tutum bireyi topluma karşı dışlanmaktan da korur.
Amerika bağımsızlık bildirgesini hazırlayanlardan Benjamin Franklin Paris’e Büyükelçi olarak gönderilir. Paris’te Büyükelçilik yaptığı dönemde genç bir avukat olan Danton, Benjamin Franklin’e ‘Siz ne biçim bir Haklar Bildirgesi yayınlanmışsınız, herkes özgürdür, eşittir diyorsunuz da. Hani bunun müeyyidesi, her tarafta haksızlık var, her tarafta hukuksuzluk var, eşitsizlik var. Müeyyidesi olmayan bu bildirgeyi nasıl uygulayacaksınız?’ diye sorar. Franklin de ‘genç arkadaşım, bunun müeyyidesi “power of the shame’dir.” Yani Türkçesiyle “utancın vermiş olduğu güçtür” der.
Türkiye’deki yargı pratiklerine bakıldığında, uygulanmayan AİHM kararları, uygulanmayan AYM kararları, talimatla açılan siyasi soruşturmalar ve talimatla üstü örtülen mafya soruşturmaları, çete soruşturmaları, kara para aklama soruşturmaları maalesef temel insan haklarının doğal ve en etkili koruma mekanizması olan ‘utanma ve ahlak’ duygusu kalmadığını bize göstermektedir. Eğer devlet erkinde ve yürütmede ‘utanma duygusu kalmamışsa’ hiçbir mahkeme kararı, hiçbir yasa veya hiçbir uluslararası sözleşme insanları koruyamaz. Utanma duygusu yoksa insanlar mutlak güç ve yetkiye sahip olan devlete ve iktidara karşı korumasızdırlar.
Peki bu durumda ne yapmak lazım? Devlet mekanizmasında; hukuk tanınmayıp paşa gönül kriterlerine göre hareket ediyorlarsa, insan haklarının korunmasına karşı ‘utanma duygusu’ kalmamışsa elleri havaya mı kaldıralım? Ne yapalım?
Bu durumda toplum yine kendi haklarına kendisi sahip çıkmalı ve insan haklarının korunmasındaki en önemli unsur olan demokratik kamuoyu gücünü kullanmalıdır.
İnsan haklarının korunmasındaki hukukun/yasanın gücü egemenler tarafından hazırlanan pozitif metinlerdir, devletin/iktidarların ‘utanma duygusu’ mutlak güç ve yetkiyi terk etmeyecektir. Görüldüğü gibi bu iki güç de toplumun iradesinin ve etkisinin dışında olan güçlerdir. Oysa demokratik kamuoyu gücü toplumun ve halkın öz gücüdür.
Gün hukuksuzluğa karşı, utanmazlığa karşı demokratik kamuoyu gücünü örgütleme günüdür. Gün toplumun bütün farklılıklarının yan yana omuz omuza hukuksuzluğa ve utanmazlığa demokratik kamuoyu gücü ile cevap verme günüdür.