İktidar kendi anti politikasını, tahakküm ve baskıcı bir şekilde zorla ürettiği politikasını emekçiye, kadına, doğaya dayatıyor. Dışarıya dönük de kendini güçlü göstermek için gerçeğinden uzak, büyük şovlar yapmaya çalışıyor.
Ne umutsuz vaka paket açılımları bitiyor. Ne ekolojik katliamları gerçekleştirdiği HES projeleri bitiyor. Ne de sosyolojisini ve kültürel dokusunu bozduğu kentlerin, kentsel dönüşümlerin mutsuz, karanlığa iten, yeşilliği talan eden, tüm canlılara mezar, hapis olan açılımları bitiyor.
Azami kâr hırsıyla işçinin başına getirmediği kötülük kalmadı. Siz de biliyorsunuz ki, azami üretim politikası her zaman, her yerde olduğu gibi bir avuç zenginin kazanması, milyonların yoksulluk ve sefalet içerisinde bile yaşamını sürdüremediği ölümle boğuştuğu, açlıkla sınandığı gencecik hayatların yok olduğu vahşi ve korkunç politikadır.
Zenginin daha zenginleştiği, fakirin de daha fakirleştiği emeğin Türkiye’sinde, gelir dağılımın ne kadar adaletsiz olduğu herkes tarafından bilinmektedir.
Her zaman sadece maddi çıkarlar kaybettirmemiştir. Maddi, manevi topyekün herkes her şeyi bir bütünen kaybetmiştir. Kaybetmeye de devam ediyor.
Doğasından aldığı enerjiyi, dört mevsimin tadını çıkaramadığı, çocuk çocukluğunu, genç gençliğini, işçi işçiliğini, öğrenci öğrenciliğini, kış kışını, yaz yazını yaşamadığı, iş tanımından tutun barınma, beslenmesine kadar hiçbir şeyin tadının tuzunun kalmadığı herkesçe bilinmektedir.
Çok rahatlıkla söyleyebilirim ki hiçbir süreçte insana saygı, emeğe saygı bu denli ayaklar altına alınmamıştır, yozlaştırılmamıştır, çirkinleştirilmemiştir.
İktidar seçilmişleri nasıl gerçekleri dile getirdiği için gözaltına alıyorsa, tutukluyorsa, yerine kayyum atıyorsa, işyerlerinde patronlar hak arayan işçilere karşı her türlü fiziki ve psikolojik şiddeti göstermekten geri kalmıyor. Arkasına iktidarın gücünü alan işveren en ufak hak talep eden işçiyi kırmızı kodla işinden atıyor, bu kodla hiçbir yerde iş vermemekle tehdit ediyor. İşveren işçiye, “Nereye gitsen kendini ifade edemezsin, devlet de benim, mahkemeler de benim, bir sürü avukatım var. Benimle baş edemezsin” mesajını veriyor.
Peki iktidarın köhne siyasetinden, vahşileşmiş taşeron sisteminden daha mı kötü bir yerde duruyoruz? Toplumsal bir direniş yoksa evet, varsa hayır. Sürece ne kadar cevap olabiliyorsak o denli iyiyiz.
Nasıl ki toplumda iktidarın karşılığı yoksa, taşeron sisteminde de yok. Zulüm, ölüm, sefalet ve yoksulluktan başka hiçbir değeri yok. Toplumu baskıyla, şiddetle tahakküm altına alan iktidar, işçiyi de aynı şekilde yarattığı taşeron sistemiyle tahakküm altına alıyor.
Burada iktidar taşeronlaşmış, taşeron da iktidarlaşmış. Çok karmaşık görünse de aslında çok açık; ikisinin de toplumda rolü aynıdır. Baskıcıdır. Gözü karadır. Bencildir.
Nasıl iktidarın ömrünü uzatan beceriksiz muhalefet bir araya gelip ortak akılla hareket etmiyorsa, işçiler de kendisine zulmeden patrona karşı bir araya gelemiyor.
Suçluyu arıyorsak özneden nasıl nesneye dönüştüğümüze bakabiliriz. Elbette ki bunun bir tarihi var. Bin yılların erk kalıntıları var. Ancak son yıllara baktığımızda siyasetin nasıl dönüştüğünü, nasıl kutuplaştığını, nasıl kirletildiğini, tekçiliğe, milliyetçiliğe, dinciliğe indirgendiğini, kendisinin yararına dokunmadığı hiçbir canlıyı kabul etmediğini her gün büyük katliamlarla, facialarla, insanın kanını donduran ahlaksızlıklarına şahit oluyoruz.
Değerli okurlar, çok uzağa gitmeyin. sadece iktidarın Kürt halkına olan düşmanlığına, işçi sınıfını nasıl işsiz bıraktığına, ailesiyle birlikte açlığa, sefalete terk ettiğine, doğaya açtığı savaşa, kadın politikasının cinsiyetçi diline bakarsanız kendinizden bile utanırsınız. İktidarın nasıl vahşileştiğini, nasıl çirkinleştiğini çok açık görürsünüz.
Utanmak kötü bir şey değil, bütün bu olanlardan utanmıyorsak, asıl sorun olan bu. Halbuki bu yaşatılanlarla insanın ar damarı çatlaması gerekiyordu. Belki de en güzel duygu utanmaktır. Neden utandığımızı bilelim, ona karşı mücadele edelim ve bir daha asla utanmamız gereken hiçbir şeye utanmayalım.
Utanmamak için mücadeleyi, direnişi, sevgiyi, güzelliği, umudu, dayanışmayı el birliğiyle büyütelim…