“Nevroz” illeti bir toplumun bağrına yerleşince teşhis konuluncaya kadar o toplumda onarılması çok güç kalıcı tahribatlar yaratır. Tıpkı hayvanlardaki şarbon (tebağ) hastalığı gibidir. Yakaladıklarının çoğunun telef olmasını sağlar, kurtulanlar ise bir işe yaramaz hale gelirler.
Genel bir tanımla Nevroz hastalığı, toplumsal sorunlar ciddi bir boyuta geldiğinde; yığınların, grupların ve bireylerin ruh hallerinin “bozulmasından” dolayı gösterdikleri ciddi ve sürekli davranış bozukluklarının yol açtığı depresyonlardır. Burjuva toplumları her ne kadar Nevroz hastalığının nedeni tam olarak bilinmez deseler de, Nevroz’un olması gereken gerçek toplumsal benlik ile “bozulan” ruh hali arasındaki çatışmadan doğan bir hastalık olduğu artık bilinmektedir. Bizim ilgimizi çeken işin tıbbi yanından çok toplumsal karakteridir. Toplumsal yoksullaşmanın yarattığı ekonomik zorluklar ve psikolojik çöküntüler Nevroz hastalığının temel nedenidir. Kıtlıklar, savaşlar, kitle kırımları, dikta rejimleri Nevroz hastalığının nedenleri arasındadır. Yani emeğin sömürülmesi, üretimin emeğe göre adil olarak dağıtılmaması ve de “üretimin yeniden üretim için yapılmaması” Nevroz’u yaratan nedenlerdir. O nedenle Karl Marks “silahlara verilen değerler, denize atılmış emekten başka bir şey değildir” diyordu. Ve “toplumları hem yoksulluğa hem de bunalıma götüren budur” diye ekliyordu. Yani “denize atılan” her emek hem yoksulu, hem de ruh bozukluğunu yaratır. İşte toplumsal bir hastalık olan Nevroz’un nedeni burada yatmaktadır. O nedenle Nevroz biyolojik bir hastalıktan çok ruhsal ve toplumsal bir hastalıktır. Bu hastalık sömürücü toplumlarda, baskının ve yoksulluğun yoğun olduğu zamanlarda yaygınlaşır ve kendini kitlesel intiharlar şeklinde gösterir. Onun için “merminin fiyatı” ile intiharlar, yozlaşma ve yoksullaşma arasında doğrudan bir bağ vardır derler. Çünkü “mermi fiyatı” arttıkça denize atılan emek çoğalır. Bu da yoksulluk ve psikolojik çöküntü yaratır.
Kanıt mı? Son günlerde yaşanan toplumsal intiharlara ve toplumdaki ahlaki çürümeye bir göz atalım:
Fatih’te “Su ve elektrik parasını ödeyemediğimiz için intihar ediyoruz” diyen dört kardeşin içine düştüğü durumu görün…
Aksaray’daki Mehmetçik İlkokulu’nda 42 özel eğitim öğrencisinin kimi “velilerce” yuhalanmalarına bakın…
Antalya’da intihar eden babanın mektubunu okuyun: “9 aydır işsizim, herkesten özür diliyorum, ama artık yapacak bir şeyim yok. Hayatımıza son veriyoruz…”
Daha niceleri… Bunlar derinden gelen toplumsal bir depremin “haberci” dalgalarıdır. Bugünkü iktidardan bir iyileştirme beklemek saflık olur. Toplumsal depresyonun nedeni onların politik uygulamalarıdır. Ama bizleri hayrete düşüren şey, bu kadar çürümüşlük karşısında toplumun değişik katmanlarından, kitle örgütlerinden, çoğu “aydınlardan” doğru dürüst bir sesin çıkmamış olmasıdır.
Kuşkusuz sessizliğin kaynağı “örgütsüzlük”, baskı, zulüm, cehalet ve korkudur. Tedricen bu durum nasıl oluştu? Şimdi kimi küçük değişiklikler olmasına rağmen bir savunma, sağlık ve Milli Eğitim Bakanlığı bütçelerine bakın. Bir de Diyanet işlerine ayrılan paralara…
Bizim gençlik yıllarımızda da yanılmıyorsam Sağlık Bakanlığı’nın % 3, Milli Eğitim Bakanlığı’nın % 3, ama Savunma Bakanlığı’nın bütçesi ise % 35’lerin üstündeydi. Bugün de bu paylaşımda nicel kimi değişiklikler olsa da “nitel” bir değişim yoktur. İşte böylesi bir toplum hem cahil hem hasta hem de “cengaver” olur. “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözü boşuna mı nakarat şeklinde her fırsatta söylenir?
Hayatlarına son verenler “yanlış” bir seçim yapsalar da “cesur” insanlar olduklarını ve ölümden korkmadıklarını gösterdiler. Ama toplum halen suskun. Ve sistem karşısında çaresiz. Sendikalar suskun, demokratik kitle örgütleri sus-pus, aydınların çoğu “küçük dilini yutmuş” gibi. Siyaset kurumu kendini kandırmak uğraşında… Kısacası rejim değişik yöntemlerle de olsa onurlu insanlara yaşam hakkı tanımıyor. Peki demokratik haklar ve insan onuru için uyanmanın zamanı gelmedi mi?…
Şairin dediği gibi:
“Sözün çürüdüğü yerdeyiz
Ben özür diliyorum
Evet, cesur yürek, senden ve
gidenlerden tek tek.
Dilsiz şeytana dönüştüğünden
Ben özür diliyorum
Fatih’te giden cesur yüreklerden.
Giderken kimse tehlikeye düşmesin
diye arkasından not düşenlerden
Bir karanfili o nota iliştirmediğimden
Ben özür diliyorum
Aksaray’da yaşama tutunan minicik yüreklere kin kusan zihniyetle baş edemediğimden
Ve utanıyorum söz söylemekten
Utanıyorum susmaktan
Bir lokma ekmeği yutkunmadan
yiyenlerden…”
….
Çiya Andok