Utanacağımız hiçbir şey kalmadı, sinip çekilecek büyük korkular içinde değiliz. Dün söylediğimiz bizi doğrulamıyor ve bugün soluduğumuz da yalanlamıyor. Hiç değişmeden aynı boğuntuyla üstümüze eğilen bir gökyüzü altında bizi kendimizden utandıracak hangi kötülüğün, hangi aptallığın peşinden gitmiş olabiliriz? Sıkıntının imgesi içine bir kurtarıcı siluetiyle doluşalı beri, hayâ ile hiç tanışmamışların sadık izleyicileriyiz. Riya ne edebilir, günah neye çevirebilir bugün? Gizli bir solukla yaşayan o nice gizemli işaretlerin sessizliğinde dinlenen yalan, vaktiyle ruha benzer bir şeyin kımıldadığı boşlukta denenmemiş hangi büyülü sesin coşkusuyla köpürebilir? Düşledik ve olduk, tutunduk ve dönüştük. Bizi bizden utandıracak nasıl bir pişmanlık, taşıyamayacağımız hangi çağcıl hastalık? Öğütlerin ve iç okumaların yüce içtenliği utanç, asla sarsılmayacağımız, asla tutunup dağılmayacağımız şey. Yüzümüz sadece güneşe kızarabilir, ancak vakitsiz düşecek ayaza çatlayabilir bugün hiç kırışmayan bakışlarımız. Biliyoruz artık, yeni bir hakikat gelmeyecek.
Kasıp kavuracak yeni bir fikir alevden dişleri arasına alıp yeniden biçimlendirmeyecek. Dünden daha anlaşılır hangi görünüş, dünü küçümseyecek hangi diri tutku bizi bulabilir? İnsan beynindeki bağlantıların sayısının evrendeki atomların sayısından fazla olduğunu keşfedeli, erdemle buğulanmış hangi yüce kafa, içtenlikle dağlanmış hangi bungun yürek yontulmamış iyiliğe gönüllü taşıyıcı çıkabildi? Üç kelimeye beş yalan serpiştiren kurtarıcılar çağının biz esrik izleyicilerine, arsız sapkınlık ne edebilir? Yepyeni neyi kuşanıp öfkeyle kıvrılabilir bugün yoksunluk, dokularından çürümüş ruhumuzun içe incelmiş hassas kıvrımları üstüne? Kimseye bir şey olduğu yok; üstüne çökenler de göçüp gidenler de, izleten de izleyen de. Uzayan buz kırığı bir tebessüm soğukluğunca istekli her şey, kendi zamanına, kendi çehresine.
İkisinde de bir yaşama istenci gizlendiğinden, bildiğini okuyan ve bilemediğine de sarılanlar değiliz. İtiraflarla coşmuş yürek kabarmaların ya da silik anların kalıcı izler bırakmadan göçerttiği kötü anıların gölgeleriyiz. Utancın ağırlığını bir yük gibi taşıyıp ezildiğini hissetmeden büyüdüğünü düşünenler. Çoğaldıklarına azaldıkça iyileşenleriz; suçluluk, ilkesiz insansızlığımızı hangi düşsüzlükle incitebilir? Hiçbir neden olmadan yaptıklarında küçümsenmemesi gereken bir tür esin gördüğüne kendini ve herkesi inandırmak zorunda olanı, hissettiği hangi çözülüş, içinde doğan hangi güçlü ihtiyaç geri dönmeye zorlayabilir? Öncesine sağır, sonrasına ilişiksiz varlıklar değil miyiz son anımızda?
Nihayetinde utanacak bir şeyi kalmayanlarız. Ahlaki bir yarılmanın acısını duymadan, içinde utanca yer vermeyen hayali hayatların hayali uzantıları. Kanmak ve kandırmak bilmeyen yalanda bir doğru, sonsuza çoğalmış yansımalarda değişmeden kalabilen uçucu bir hakikat. O yüzden şimdiye dek duyduklarımızdan farklı tek ses, aşınmadan bize ulaşabilecek yeni bir tek söz işitmeyeceğiz. Çünkü biz, geçmişinin kalıntıları altından gelecek diye ölümünü çıkarıp onun gölgesine tüneyenleriz. Herkes ve her şey için yeni olan ölüm, yalnızca bizim için yeni değil. Bir tek bizi şaşırtmayacak karanlık ve o sonsuz boşluk. Korkup geri çekilmeyeceğiz, utanç dönüp yeniden bakmayı ister çünkü bizden.
Ölümümüze bizi sürükleyen, “tüm yıkımınız bu gösteriş içindi, gerekli olan da bu” dediğinde, en korkunç olanı en iyi diye önümüze sürüp sessizce izleyenleriz. En gaddar düşman, kendimize ettiğimizden beter ne edebilir bize öyleyse? Biz ki yol gösterici diye en yalancı günahkarı önümüze sürdükten sonra, uçurumlara en neşeli şarkılarla eşlik edenleriz. İstedik ve olduk. Dönüşemeyiz daha. Zamanın vekalet ettiği ölüm, maruz kaldığımız gerçeklikle uyuştu. Biz olmayışımızda mevcut, soluksuzluğumuzda diri, ancak insansızlığımızda beşeriz artık. Dönüp bakmayacağız o yüzden. Çünkü biz, yüzü kızarmayanların peşinde cesetlerden uçurumların kıyısında, hiç utanç duymamışların gururuyla yürüyenleriz. Bizim için eksiksiz ve tam bir iyileşme, artık o son adımla gelebilir ancak; mutlu bir unutuş, sonrasız bir neşe kılığında.