Mersin’de inşa edilmeye çalışılan nükleer santralle birlikte uranyum madenciliği iktidarın gündeminde ağırlıklı yer tutmaya başladı. Uranyum arama çalışmaları hız kazanırken, en son açıklanan verilere göre öngörülen uranyum rezervi 32 bin 35 ton olarak tespit edilmiş. Türkiye’deki en büyük uranyum kaynağının ise 22 bin tonla Nevşehir’de olduğu iddia edilmekte.
Kanada Eldorado uranyum madeninde çalıştırılan Deline köylülerinin tüm erkekleri kanser hastalığından dolayı öldükten sonra köyün adının Dullar köyü olarak değiştiğini hatırlatalım. Diğer yandan Türkiye’nin dört bir yanında açılan kuvars-eldispat madenleri de adeta ölüm kusuyor. Bu madenlerde çalışan işçilerin birçoğu silikozis hastalığına yakalanarak yaşamlarını yitiriyor.
Kapitalizm endüstriyel üretimlerini gerçekleştirirken doğal yaşamı bir hammadde deposu olarak görüp sınırsızca kullanır. İşçilerin canı pahasına ocaktan çıkardıkları madene fiyat biçilirken patronun elde ettiği kâr ise işçinin sırtından elde edilmektedir. Çıkarılan madenin değeri ile bu malların üretimi için işçiye ödenen ücret arasındaki fark sermayenin en önemli birikimidir ve bu birikim işçi emeğinin tam karşılığıdır.
Kapitalizm işçi sömürüsüyle elde ettiği birikimleri yeniden değerlendirmek için yine doğaya geri döner ve yine işçiler ölümüne çalıştırılır ve kapitalist sistem kendisini bu yolla sürekli yeniler. Bu yenileme sürecinde kaybeden yani kanı emilenler her zaman doğa ve işçilerdir. Bu süreçlerde madenlerde çalışan işçiler maden tozları ile madenlerin içerdiği ağırmetallerle zehirlenerek ciddi hastalıklarla yüz yüze kalır.
Hastalanan işçi ise patron tarafından kendisine yararlı olmayacağı gerekçesiyle işten çıkarılır. Vücudunu saran hastalık sürekli ilerlerken işyerinde sigorta süresi yeterliyse ve şanslıyla 8 ay işsizlik maaşı alır ve maaş kesildikten sonra hastalıktan kaynaklı yeni bir işe de giremeyen işçinin sağlık sigortası da biter ve işçi ölüme terk edilir.
Geçtiğimiz günlerde yine bir işçi yaşamını yitirdi. Aydın’ın Çine ilçesinde bulunan Eysim Madencilik’e ait kuvars ve feldispat madeninin öğütme tesisinde çalışan üç çocuk babası Hakkı Tosun, maden tozunun sebep oldugu silikozis hastalığından dolayı yaşamını yitirdi. Aydın’ın Çine ilçesi ile Bingöl’ün Karlıova ilçesinin silikozis hastalığıyla boğuşan işçilerle dolup taştığı belirtilmektedir.
Çine’deki madenlerde çalışan işçilerin 3 ayda bir akciğer filmleri çekilir ve hastalığa yakanlandığı görülen işçiler işten atılır. Hastalık raporları ve akciğer filmleri işçilerden saklanarak işten atılma gerekçeleri ise ekonomik kriz vb. gibi nedenlerdir. İşçiler, şirkette çalışan iş güvenliği uzmanının maden tesisindeki tozun dışarıdan görünmemesi için havalandırmaları dahi kapattığını söylemeleri ise ölümlerin taamüden gerçekleşen bir iş cinayeti olduğunu göstermektedir.
2019 yılında yüz işçinin çalıştığı Eysim maden şirketinde hastalandıktan sonra çıkışı verilen İlyas Tekin adlı işçi, aynı işyerinde kendisi gibi 10 işçiye daha silikozis tanısı konduğunu açıkladığında bu durum gündem olmuştu. İşte o 10 işçiden biri olan Hakkı Tosun da yaşamını yitirdi ve 3 çocuğu babasız kaldı. Nice işçilerin ise aynı sonla yüz yüze bir yaşamı sürdürmek zorunda bırakılmaları sermaye düzeninin bir sonucudur.
İşçiler maden ocaklarında grizu ve maden çökmelerinin dışında sinsice onları öldüren birçok hastalığa yakalanır. Kuvars ve feldispat maden işçilerinin karşılaştığı son kuvarsla ‘kot taşlama’ yapan işçilerde silikozis hastalığı ortaya çıkmaktadır. Silikozise yakalanan bir işçi bir daha iflah olmaz yani iyileşmesi imkansızdır. Bugüne kadar kot taşlama işçilerinden bu hastalığa yakalanan işçi sayısı 10 bin civarındadır. Bingöl Karlıova ilçesinin 300 haneli Taşlıcay köyünde neredeyse her evde bir silikozis hastası olduğu ve genç yaşta yaşamlarını yitirdikleri bilinmektedir. Silikozis hastalığı aynı zamanda demir-çelik işletmelerinde ve birçok iş kolunda da görülmektedir.
Uranyum madenciliğini genişletmeye çalışan Türkiye’de işçilerin nelerle karşılaşabileceklerini önceden görmeleri gerekir. Kanada Eldorado maden ocağında erkekler 1932’de çalışmaya başladı. 1934’ten 1939’a kadar radyum, 1943 ile 1962 arasında ise uranyum madeninde çalıştı. Madende çalışan erkeklerin tamamı, akciğer, kolon ve böbrek kanserinden yaşamını yitirdi. Yetişkin erkek neslini yitiren Deline köyü, daha sonraki yıllarda “Dullar Köyü” (Village of Widows) olarak anılmaya başlandı.
Namibya’da ise Rio Tinto’nun sahip olduğu Rössing uranyum maden ocağında işçilerin kanser ve diğer akciğer hastalıklarından kaynaklı ölümleri ise yakın geçmişte yaşandı. Rössing’de bin 500’den fazla işçi çalıştığı belirtiliyor. Guardian’da yayınlanan bir çalışmada uzmanlar, işçilerin sağlık durumları ile bilgilendirilmediklerini ve eğer radyasyona maruz kaldıklarında ne yapacaklarını bilmediklerini aktarmıştı. Çalışma raporunda, medencilerin kanserden veya diğer hastalıklardan öldüğü yer aldı.
Dünyanın her yerinde madenlerle doğada geri dönülmez gedikler açılırken, yani doğal yaşam bir nevi katledilirken, işçi ise bu madenlerde sömürülüp, adeta ölüme mahkum edilir. Dünyada en çok işçi ölümlerinin ise madenlerde gerçekleşmiş olması ise bir tesadüf değildir.