Ahmet Güneş
Sırasını savmış öncelikler. Yaşamın temel ihtiyacı ne varsa artık, itelenmiş. Gelmiş umut, gitmiş hayal. Tekdüze sırlar hâlâ bir gizem. Yarınlar gafil avlanmış. Takvim yaprakları burada kanlı. Toprak altında hançerlenmiş bir zaman. Her zamanın katliamları var; yetişiyor yine de anın içine. Sığabildiği kadar yeryüzünde kendini duyuruyor.
Acılar var, avcılar vardı çünkü. Keder ne kadar heder edildiyse, o kadar. Kelam ne kadar lal kesildiyse o denli. Geniş zamanlar özleniyor; güneşli ve serin. Gökyüzünde ya güneş ya da ay, bulutsuz. Yeryüzünde üşütmeyen rüzgâr. Peşine takmış kokuyu, unutulmayan anların yadigâr kokusunu hem de, duvarlardan geçip burun deliklerinin dibine getiriyor. Anımsa diyor, unutursan uçurum olur geçmiş.
Hafızanın çeşit çeşit tembihi var. Bir ses, bir koku, bir bakış veya bir manzara. İlişir hemen unutulmazlığa, o an insan hatırladığına şaşırır. Sanmak var ve avunmak var. Birbirine eşlik eden bir bütün. Çıldırmanın eşiğinde öfkenin kendini dayatması, acıların gelip yapışması, zalimin inadı ve zulmü geri sektirir. İnat çünkü her taraflıdır. Asla tarafsız ya da tek taraflı değil.
Kırılmanın bir rengi var. Kişiden kişiye değişir ve her yerde görünür. Eşyanın yansımasında, bir şehrin siluetinde gelip hüzne temas eder. Her duygunun uğurlu sayısı gibi, her korkunun totemi gibi. Birbirine yakın, birdenbire firar. Anlaşılır suskunlukların notası oluverir, bakışların rotasında misafir. Renge her şey yakıştırılır, kelepçe dahil değildir.
Olmadığını sandığımız, elle tutulmayan ve gözle görülmeyen her şey ne kadar da özgür. Yanı başına getirmek için bir hayal, bir şeyle takas etmek için bir hayal daha yeter. Özgürlük zaten en önce bir hayal ile kanatlandırır insanı oturduğu yerden. Olmayanın bir anda bitivermesinin mucizesi hep o düşte saklı. Gelsin ve getirsin nereye götürecekse. Orada başlasın rövanş ve hasret. Hayatın tabiatı göze gelmeyene de uzanır.
Bir kelime anahtar olur bazen karanlığa. Bir unutmama kapıyı aralar aydınlığa. Çokça bahsedilip hiçbir yere sığmayan düşlerin düşüşüne tanık olmak, sınıyor durmadan. Kollayan bir amaç olur, esirgeyen bir rüyanın özlemi. Değişirken değiştiren anlar var ya, orası ve oraya kadar memleket denilen dünya. Vazgeçtiğimiz her yer, kaybettiğimiz her an, her şeye rağmen bizimdir.
Engellerin yankısı ve reklamı her yere egemen. Kötülüğü kanıksama iyiliğe ihanet bir uçurtma. Habis bir his bulaşır salgın gibi ve az, çok olur. Engeller, salvolar, ajitasyonlar.. nereye kadar ne varsa etkisini sağaltır. Sık sık danışmalı inatçı sloganlara. Mesela, No Pasaran ya da yüksek sesle meydanlarda yankılanan her öfkenin nakaratı. Yılmadan ve hatırlatmaktan vazgeçmeden. Tekrarın ısrarına omuz vererek.
Endişeye mesken aslında bir düzen. İsyana lakap bir engel. Özgürlüğe tarih mahsus bir mahpus. Yok öyle bir tanımlama; şiarıyla gelsin; adlandırılamayan ama hep anlamlanan. Ne parantez, ne edep yakışmaz ve bir çırpıda kendini yeniden doğurur. Müşterek olan ne varsa, miras kalan neyse, özlenen neredeyse, oradayız ve oralıyız.
Haftanın kitap önerisi:
Pierre Clastres, Devlete Karşı Toplum
Çeviren: Nedim Demirtaş-Mehmet Sert, Ayrıntı Yayınları