Mutsuz hayatlar yaşayan, içine düştükleri durumdan ancak ölünce haberdar olduğumuz insanlar vardır. Yaşamlarının ardındaki buhran insanı düşündürür haliyle. Kimi sebeplerine vakıf olsak da içinde bulundukları durum neydi ki onları böylesi bir noktaya taşıdı” demek durumunda kalırız..
Albert Camus, intiharı hakiki ve ciddi tek felsefi sorun olarak görür. Vardır: Ona göre, yaşamın yaşanmaya değip değmediğini yargılamak, bu felsefi sorunu cevaplamaktır.
Konunun uzmanlarına göre bu dünyadan vazgeçme nedenleri farklı olmakla birlikte hepsinin ortak bir noktası vardır. Bu da Yaşamın, yaşanma değerinin olmadığı düşüncesi ve peşi sıra gelen ruhsal çöküntü hali. Yaşamak bir seçimdir onlara göre ve kişi, ölümü seçme hakkına sahiptir.
Bu yazıda anmak istediğim yazar Nilgün Aslan bu hakkını kullananlardan oldu ne yazık ki… 9 Nisan 2015 tarihinde Paris’te bir otel odasında hayatına son verdi.
Nilgün Aslan hemen her an böyle bir sonu gösterecek bir ruh hali içindeydi. Bu yazdıklarına da sinmişti. En çok da “Paul Brousse Akşamları” kitabına. Romanın ana karakteri “Yegi” oydu ya da o Yeği’ydi aslında. Bu kitabı üzerine yaptığı bir söyleşide, “Kalemin dağarcığını dolduran gerçeğin izdüşümünden başkası değildir. Bilinci kafesleyen hiçbir kalıntının yazıya bulaşmakta tereddüt edeceğine inanmıyorum. Yazmak belki de dağılmış bir otobiyografinin parçalarından yeni öyküler üretmektir” diyordu.
Kitabı üzerine bir yazı yazan Nazê Nejla Yerlikaya’nın belirttiği gibi: “Paul Brousse Akşamları”nın her cümlesi, her bölümü insanın beynine ve yüreğine saplanan keskin bir bıçak gibi.”
Yazdıklarında da sohbetlerinde de hep arkaik bir dil kullandı.“Sözcüklere temkinli davranmalı” diyordu ve hep öyle de davrandı.
“Sosyal terimler kesintiye uğramasın diye sineye çekilen her meşakkatin derin bir travmaya dönüştüğünü yaşayarak öğrendim.” Diyordu.
Sadık Hidayet en çok sevdiği yazarlardandı ve ilginç bir tesadüf mü ya da bilinçli bir kurgu mu bilinmez, Sadık Hidayet de yıllar önce tıpkı Nilgün gibi Paris’te bir otel odasında ve aynı tarihte 9 Nisan’da intihar etmişti. Nilgün de tıpkı Sadık Hidayet gibi kitaplarında sanki kendini anlatıyor ve sanki intiharın yazılı provasını yapıyordu.
*
Nilgün Aslan, 1966 yılında Antep’te doğdu. Antep Kız Lisesi’ni bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi ve Selçuk Üniversitesi Türk Dili bölümlerinde eğitim gördü. Öğretmen, eğitim uzmanı ve öğretim görevlisi olarak çeşitli kurumlarda çalıştı. Son yıllarında kendini iyice kapatmış, dış dünyayla bağını kesmiş, kendini sadece okumaya ve yazmaya vermişti. Yayınlanmış kitapları: ‘Sözün Gülüşü’, ‘Şans Aynası’ ve ‘Paul Brousse Akşamları’… Ayrıca yayınlanmaya hazır ‘Son Türkü’ adlı bir dosyası var ilgili yerlere gönderdiği.
Onunla yine bir intihar teşebbüsünün akabinde tanıştık. Kullandığı haplar bağışıklık yarattığı için olacak “Bir avuç hap da kâr etmedi” demişti.
Sohbetlerimiz hayat ve sanat üzerine kesintisiz devam etti. Birikimliydi, olaylara eleştirel bakardı. Mutsuzdu, huzursuzdu. Hayatla ve kendiyle kavgası vardı.
En son Paris’te intiharından iki gün önce aramış dönüş tarihini ertelediğini söylemişti. Birkaç gün önce de orada Paris’te yaşayan keman sanatçısı Mine Krause ile tanıştığını ve bundan çok mutlu olduğunu belirtmişti.
Onunla sohbette elden geldiğince mizahi bir dil kullanmaya çalışırdım. Bir gülümsemesi bile mutlu ederdi beni.
*
Onun için grameri bozuk bir tümceydi bu dünya. Frost’un ‘gidilmeyen yol’u tek yoldu onun için, bir ormanda ikiye ayrılıyordu yol ve o en az geçilmişinden geçmeyi tercih etti.
Nilgün bizi böyle bir nisan ikliminde bırakıp gitti. Koydu postasını bu dünyaya çekti restini ve gitti. Kitapları ve anılarıyla kaldı
Unutulmuyor. Anılar daha dün gibi… Can arkadaş, güzel kardeş, ‘Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek’