Politik bakımdan gazetecilikte yalan haber ve çarpık yorumdan daha önce doğru haber ve isabetli yorum yapan kazanır. Çünkü yarış haber ve yorumlar arasında değildir. Böyle yarış ticaridir. Haberi atlatan kazanır. Yarış yalan haber ve çarpık yorumla doğru haber ve isabetli yorum arasındadır. Bu yarış da ahlaki-politik yarıştır.
Gazetecinin, bizim ülkemiz gibi demagojinin ve yalanın, gerçeği çarpıtan yorumun kol gezdiği ülkede elini, dilini, kamerasını ve kalemini hızlı kullanması gerekir.
Şu aralar halkın üstünde bir “yumuşamayı bekleme” heyulası dolaşıyor. Yalan haber ve çarpık yorum tehlikeli algı yaratıyor. Duruma bakalım.
Mesela Özgür Özel-Tayyip Erdoğan görüşmesinin yapıldığı gün yalan haberin manşeti ya da ekran spotu şöyleydi: “Siyasette yumuşama mı?”
Doğru haberin manşeti ise hiç zaman kaybetmeden şöyle olmalıydı: “Emek ve barış düşmanı Büyük Koalisyon mu?”
Çarpık yorumun özeti şöyleydi: “AKP-CHP arasındaki gerginlik aşılırsa, ülkenin ve halkın sorunları çözülecek…”
İsabetli yorum şöyle olmalıydı: “Eğer yumuşama denilen süreç varolan ekonomik programda ve savaş politikasında AKP ve CHP’nin uzlaşmasına yol açarsa halkın ve ülkenin sorunları derinleşecek… AKP ile CHP bu temelde barışacaksa, halka karşı birleşmiş olacak. Ne yumuşaması… Sanki mesele iki partinin kavgası. Devlet halkla kavga ediyor ya hu!”
Aynı gün, gecikmeden yalan habere ve çarpık yoruma, doğru haberle ve isabetli yorumla karşı koyduysanız, en azından iktidara muhalif olan kamuoyunu her türlü sahte algıya ve boş beklentiye karşı uyarmış olacaktınız.
Ama “ne desek acaba?” diye beklerseniz, atı alan Üsküdar’ı aşar, yaratılan algı siz doğru manşet atana ve doğru yorum yapana kadar dünyayı on defa dolaşır ve en muhalif vatandaşın bile kafasını karıştırır. Beklenti demokrasi ve barış mücadelesini zayıflatır.
Şimdi biz gazeteciler kendimize soralım: Biz Özel-Erdoğan (bir de bunun bonusu olarak Özel-Bahçeli) görüşmesi ile ilgili zamanında doğru adımları attık mı? Cevabını size bırakıyorum.
Devam edelim:
Medyada bir tartışma var. Sanırım bizim cenahtan da bazı arkadaşlar bu tartışmaya kıyısından katılma eğiliminde. “Özel Kavala’nın bırakılmasını talep etti, ama yumuşama olacaksa Demirtaş’ın da bırakılması gerekir.” İyi niyetliler buna “Üstündağ’ın, Kışanak’ın da bırakılması gerekir” cümlesini ekledi.
Kulağa iyi geliyor.
Ama biz yine de soralım: Adı geçenler bırakıldığında “yumuşama” olacak mı? Ülkeyi geren, insanları çileden çıkaran, bu gidişle kapıyı kaosa açacak olan mevcut ekonomik program ve savaş politikasında bir değişim gerçekleşecek mi? Öyle köklü bir değişimden söz etmiyorum. Mesela adım adım yürürlüğe konan Irak topraklarındaki işgal durdurulup, HPG ile TSK arasında bir yıllık ateş kes ilan edilecek mi? Bu bir yıl içinde savaş ve silahlanma bütçesi kısılıp, ekonomik programda asgari ücret ve emekli maaşı ile ilgili barbarca sınırlamalar kalkacak mı?
Ne dersiniz? Tartışmayı bu temelde yürütmek yerine “Kavala, Demirtaş, Üstündağ, Kışanak bırakılacak mı, bırakılmayacak mı” tartışmasına balıklama dalmak doğru mu? Doğru değil, çünkü adı geçenler bırakılsa bile (elbette bırakılmalılar) mevcut ekonomik program ve savaş planları gittikçe tırmanarak uygulandığında, üç-beş bırakılana karşılık, üç yüz, beş yüz demokrat ve yurtsever hapsi boylayacaktır. Zaten özellikle DEM Partililer neredeyse her gün üçer-beşer tutuklanmakta.
Ne diyoruz? Krizin temel sebebi savaş ve savaş harcamalarıdır diyoruz. 2015 yılında çözüm sonlandı ve savaş başladı. Sonuç ne oldu? Parlamenter sistem yıkıldı, diktatörlük geldi, ekonomi çöktü, halk fakirleşti, mali ve rantçı oligarşi ile mafya palazlandı.
Alternatifimiz nedir?
“Devrim” diyeceksiniz de, ben o devrime yolu açacak olan alternatif nedir diye soruyorum.
Alternatif acilen, daha büyük yıkımlar yaşanmadan barışı sağlamaktır. Savaş nasıl durur? Yazıyorum, bıkmadan yazacağım. Şu anda elimizdeki tek şans Öcalan’dır. Özgürleştiği gün, dört parçada elli milyon Kürt halkı Barzani’yi filan dinlemez birleşir. Onların saflarında var olan ve şu anda tehlikeli şekilde birbiriyle çatışmaya zorlanan en az üç yüz binlik Halk Öz Savunma Güçleri de birlikte yer alır. Öcalan’ın önderliğindeki bu güce dört parçanın bütün barışçı ve demokrat güçleri de katılır. O zaman tek bir taş ve tek bir mermi bile atılmadan bu güç karşısında Ortadoğu’nun bütün devletleri, bu arada Türkiye gönderindeki savaş bayrağını indirir, barış bayrağını çekmek zorunda kalır. Halk tank yerine ekmeğe kavuşur.
Varsa bir başka barış alternatifi, buyurun konuşun.
Öcalan’ın esareti ve tecridi ile savaşın devamı ise şimdiki halk düşmanı IMF’siz IMF programını tek seçenek haline getirir. Savaşın yıkımlarına ve onun zorunlu kıldığı şimdiki ekonomik programın halkı perişan etmesine karşı sosyal patlamayı önlemek için bir ayağı topal kalan diktatörlüğe yeni ve güçlü bir payanda gerekli olur. Devlet aklı dediğiniz şey, bunun da yolunu göstermiştir: AKP ve CHP ekonomik programda ve savaş politikasında uzlaşmalı, uzlaşma yetmezse Büyük Koalisyon kurulmalı. Baksanıza, iki lider bir günde yumuşadı. Emir demiri keser.
Tamam. Özel ile Erdoğan konuşsun. Kavala’nın özgürlüğünü de talep etsin. Bizim arkadaşlarımız da “yetmez, Demirtaş, Üstündağ, Kışanak da özgür olsun” demeye devam etsin. Yeter ki bu talep “yumuşama” beklentisine yol açmasın. “Yumuşama olacaksa falancalar bırakılsın” demek, onlar bırakıldığında yumuşama oldu sonucunu doğurur.
Ama eğer Özgür Özel de bu konuşmadan barış yönünde ve bu sayede ekonomik krizden çıkış için bir gelişme elde etmek istiyorsa, bunun da alternatifini işaret edeyim:
Barış için Öcalan’la konuşsun.
Tıpkı bir zamanlar Erdoğan’ın konuştuğu gibi.