Defolu duygularla yepyeni hisler aramak için yola çıkmak. Çıkmaz sokaklar değil, uçurumlara sürükler insanı. Böyle bildik, ondan yol almayıp sustuk ve sustuğumuzla kaldık. Ezber sanılan hayatımız herkesin dilinde meze oldu, düşmanın da. Kim nerede duruyor, nereye geç kaldı diye sorularla kendimizi mağaralara kapattık. Çıkmak için kapıların anahtarını hep bir başkasının eline verdiğimizden beri yaşamak başka bir cümleye muhtaç.
Kaybettiğimiz yerde kaybolmayı çare sandığımdan beri dermanı azap saydık. Ayan beyan dövülmeyi, öyle görmeyi ve göstermeyi tamam sandık. Hata ile başladık işte, yalanlarla masallardan örnekler sunduk. Dünyanın bir yerinde bunlar yaşandı fakat başka bir yerde bir sürü dünyalar yıkıldı, ertesinde bir düzine umutlar dizildi.
Büyük handikaptır, elde olmayana umutlar bağışlamak. Bu cümle ve gerçek telef olmayı emir telakki edince vardığımızı sandığımız gerçek bizden çok ve çok uzak. Ölümcül yerlerde hayata yer yok, olacaklara korkakça teslim olmak var. Tüm bunlardan mütevellit, yersizliği yurt edinerek dünyadan kendimize bir harita çizdik.
Bu günlerde utanmak nadir görülüyor, benzemek her yerde vuku buluyor. Unutmak istediklerimiz bir adım geride, hatırlamak istemediklerimizle beraber bizi takip ediyor. Unutmak istemediklerimiz görünmeyen bir yerde, hatırlamak istediklerimizle yan yana peşimizde. Renk değişiyor, biçimi değişiyor ama zaman her şeyi yerli yerine koymayı biliyor.
Hırçın umutlarımız ehlileşti, mümkün dünyaların kapısı sandığımız ne varsa kırıldı ve biz içinde yakalandık. Hayatımız zelzele geçirdi. Bir tufandı, geldi ve geçmedi. Anımsamalar öfkeyi harlarken, bize sadece matemin karanlığı kaldı. Oysa umut vardı, isyanın peşinden koşarken bizi de yürütür, ağzımızda sloganlarla barikatlar yıkardık.
Hepsi birer anı, birer yad etme seansı olarak, bir miras gibi hafızamızda saklandı. Kime anlatsak, kiminle konuşsak kendimiz de hatırlayamayacak kadar uzak kaldık. Duvarlara konuşanlar, dağlara haykıranlar, sokaklara öfkeyle bakanlar, meydanlarda gözlerini kısanlar… Böylesi bir kalabalık var artık hem de birbiriyle değil her biri başka bir yerde.
Elimizde bir sır gibi sakladığımız vedalar kaldı, asla vazgeçmeyeceğimiz kavuşmaları da gizliyoruz. İnsan hafızasının kaçağı olabilirmiş, oldu da. Zaten en olmaz dediğimiz, asla dediğimiz birçok şeyin ağırlığı altında oradan oraya savrulmayı göze aldık. Telafi edilemeyen, terazisi olmayan yükler katarı bir gölge misali hep yanımızda.
Ahlara vahlar yüklesek de çarelerden düştük. Bir basamak daha, bir adım daha diye diye süründüğümüz yerlere benzedik. Bizi benzetenlere de benzedik. En çok da bu bir yaradır ve dermanı ileri bir tarihe kadar tedarik edilemiyor. Hüsran bir kelime olabilir ama bu kelime bir insanın ömrünü kepaze edebilir. Beklemek çünkü bir umut olduğundan beri, artık herkes böyle.
Kurtulmanın ve kurtarılmanın yolu bir deyip bir çukur arıyoruz, bulmayınca da kendimiz kazıyoruz. Ya bir yol ya bir cehennem burada bir yerde bizi bekliyor. Belki dünyanın başka bir yerinde birileri de yerin altını kazıyor ve yeryüzünden umudu kesip yeraltında bir hayatın mümkün olduğunu görüyoruz. Sonra kazdığımız kuyular yol açıyor, dünyalar birleşiyor. Yeryüzünden kaçanlar bir araya gelip yeni bir yeraltına doğuyor ve güneşi de yıldızları da ikna ediyor.
Her ihtimal gerçeğe gebedir ve bizi peşinden sürükleyendir. Olsun, şairin dediği gibi; buradayız hâlâ.
Haftanın kitap önerisi: Özgür Sevgi Göral, Yaramız Derindir – Hafıza Sahası ve Sömürgeci Afazi / İstos Yayınları