izgorenhicri@gmail.com
Onca hengamenin arasında kimi şeyler gözden kaçabiliyor ya da yeterince gündem olmuyor.
Bildik medyanın haber yapmaktan bucak bucak kaçtığı, sadece bazı gazetelerde görebileceğimiz türden haberler vardır. İşte iki gün önceki böyle bir haber: Kamuoyunda “Kızıltepe JİTEM” davası olarak bilinen 1992-1996 yılları arasında 22 kişinin ölümünden sorumlu 4’ü asker 5’i korucu toplam 9 kişinin yargılandığı davanın karar duruşmasında dava zamanaşımından düşürüldü, örgüt yöneticiliği ve üyeliğiyle suçlanan tüm sanıkların beraatına karar verildi. Avukatlar son duruşmada, “Eğer devlet adına suç işleyenler devletin organları tarafından hala güvence altında değilse adaletli bir karar bekliyoruz” diyorlar ama her zamanki gibi beklenen adaletin kendisi de katledilip meçhullere karışıyor. Çünkü iddia makamı bir önceki celsede verdiği mütalaayı tekrar ederek davanın zamanaşımından düştüğünü ve tüm sanıklar hakkında beraat kararı verdiğini açıklıyor.
***
Türkiye’de insan hakları alanındaki en kronik hastalıklardan biri; cezasızlık. Bu anlamıyla ‘zamanaşımı’ da artık Türkiye’de yargı eliyle uygulanan bir cezasızlık yöntemine dönüştü. İnsanlar gözaltına alınıyor sonra ‘kayıp’ deniyor. “Kaybolmak”! Hem de gözaltında. ‘Gözaltı’nın tanımı: “Korunan, tutulan, gözlenen” şeydir. Bu hâlde kaybolmaktan nasıl söz edebilirsiniz? “Faili meçhul” diye sunulan cinayetler, Susurlukçuların, JİTEM-Hizbullah-kontrgerilla yani devletin derin’liklerinde yer alanların eliyle işlenmiştir. Türkiye’de tarihiyle yüzleşme ve hesaplaşma konusunda devlet tarafında derin ve kök salmış bir sessizlik, inkar ve yüzleşme isteksizliği oldu her zaman. Geçmişini unutma / unutturma politikası devlet tarafından egemen kılındı hep. Adım başı toplu mezar… Öyle ki İnsan Hakları Derneği (İHD) Türkiye toplu mezar haritasını çıkardı kaç zaman önce. Şimdiye kadar kazılan toplam 12 mezardan 162 insanın cesedi çıkarken, kazılmayı bekleyen 255 toplu mezar olduğu belirtiliyor. Kayıtlara göre; gözaltında kayıplar 17 bini aşıyor. Oysa “Bir daha asla” diyebilmek için; unutmamak, yüzleşmek ve hesaplaşmak zorundayız. Yapılan insanlık dışı olaylar tamamıyla anlatılmadığı için Fırat’ın batısı hala bölgede yaşananları tüm boyutlarıyla bilmiyor ya da anlatılanları abartı olarak görüyor. Kirli savaşın tüm toplum tarafından doğru şekilde bilinmesi ve kavranabilmesine ihtiyaç var. Geçmişi anımsamadan ve hesaplaşmadan demokratik bir yapı oluşturmak mümkün değildir.
***
Geçmişi anmsamanın iki farklı boyutundan söz eder Marcel Proust. Birincisi anımsamanın unutmaya karşı koyan, ona direnç gösteren boyutudur. Bellek unutma olgusuna bilinçli olarak karşı koyar. Belleğin güçlendirilerek, yaşantıların, anıların sürekli taze tutulmasını amaçlar. Proust hayranı olan Walter Benjamin’in sözleriyle, üstü örtülmüş yaşantı güçlüğü, ancak gündelik yaşamın dışına çıkıldığında, anımsama sonucu su yüzüne çıkar. Proust’un istek dışı diye adlandırdığı bu tür anılara Günter Grass “anımsatan” anılar diyor. Grass’ın sözünü ettiği anı mekanları, Almanya’nın Nazi geçmişiyle ilgili ve olumsuz duygulardır… Todorov geçmişi kavramada kaçınılması gerekli iki eğilim görür; ‘kutsallaştırma’ ve ‘sıradanlaştırma’. Birinci halde, tarihsel bir dram tümüyle spesifikleştirilerek yüceltilir, apayrı bir yere konur; ikinci halde ise, diğer olaylarla benzer kılınarak olağan, alelade bir duruma sokulur. Bu eğilimlerden birincisi, her olayı ayrı bir kategoriye, ikincisi ise pek çok olayı aynı kategoriye sokmayı ifade eder. Olayın kutsallaştırılması, hiçbir şeyin ona yaklaşamamasını sağlamak üzere onu ayrı bir alanda tutmak için diğerlerinden soyutlamak şeklinde tanımlanabilir. Sıradanlaştırma ise, “geçmiş”i ana yapıştırmak, birini diğeriyle basitçe özümsemek. Sonuçta her ikisini de yanlış tanımak demektir.
***
Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek demokratik bir devlet ve toplum oluşturmak imkansızdır. Gerçek bir demokrasi ve onun iradesi, geçmişle yüzleşme ve sorumluları yargı önüne çıkarma iradesidir aynı zamanda.