“Nerelerdeydin diye sorarsan, ‘hep eskisi gibi’ diyeceğim. Toprağı örten taşlardan söz edeceğim, sürdükçe kendini harcayan ırmaktan; ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim, gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan ablamı.” Pablo Neruda’nın ‘Unutmak yok’ şiirinden bir dörtlükle başlamak istedim. Ablamı geçen yıl Ağustos ayı içinde toprağa verdik ve onu asla unutmayacağım. Ve diğer birçok sevdiğimiz insanı, dostu, yoldaşı, ablayı da yitirdik.
Gelip geçiciyiz bu dünyada ve geçmiş yaşama ne kadar sahip çıkıp unutmazsak o kadar iyi! Unutmamamız gereken o kadar çok şey var ki! Örneğin Taybet Ana unutulur mu hiç! Komşusundan eve dönerken polis kurşunuyla vuruldu ve 7 gün cenazesi cadde ortasında kaldı. Taybet Ana vurulduğu an ölmemişti, tam 20 saat ambulans bekledi ve 20 saatin sonunda kan kaybından yaşamını yitirdi. Onun yardımına koşan kardeşi Yusuf İnan da aynı yerde vurularak katledildi. Ya Berfo Ana unutulur mu hiç! Tam 33 yılını kaybedilen oğlu için yaşadı ve öldü.
O kadar çok ki unutmamamız gerekenler! Oğullarını, kardeşlerini arayan insanlar her Cumartesi buluştukları alanda polislerin saldırısına uğradılar ve bundan sonra bir araya gelişlerin yasaklandığı açıklandı. Eee şimdi ne olacak? Devlet eliyle kaybedilenlerin yakınları boyun eğip evlerine mi dönecekler? Bu mümkün değil. Daha önce de birçok kez benzer saldırılar ve yasaklamalar yapıldı, ancak o güzel insanlar asla sevdiklerinin izini sürmekten vazgeçmediler ve yine vazgeçmeyecekler.
Yine saldıracak polisler ve yine saldırı için emir verecek bakanlar ve polis müdürleri. Ama bu yasaklar sökmedi yine sökmeyecek. İnsanları cendereye alıp boyun eğdirmek istiyorlar. Ancak bilmedikleri birşey var o da onların hiçbir zaman yaşamadıkları şey! Çünkü bu ülkede ve diğer birçok ülkede her zaman saldırıya uğrayanlar ve kaybedilenler kötülüklere karşı direnen, baş eğmeyen insanlar olmuştur.
Arjantin’de yakınları kaybedilen analar halen her hafta sokaktalar ve Türkiye’de de bu böyle sürecektir. Ta ki bunun hesabı soruluncaya kadar! Unutmak yok dedik! Sadece yitirdiğimiz canları yad etmek ve kaybedilenlerin hesabını sormak için değildi bu sözümüz. Unutmamamız gereken o kadar çok şey var ki! Dersim’de yaşanan kırım unutulur mu hiç! Üzerinde tam 80 yıl geçmiş ancak hala Dersimliler ve Dersim coğrafyası bu katliamın izdüşümlerini yaşıyorlar. Bugün Dersim ormanları bombardımanla yakılıyor aynen 38 yılında insanların bombalarla yakıldığı gibi.
Dersim 38’i unutursak ormanların yakılmasını da umursamayız. Çünkü orası Dersim deyip geçersiniz. Çünkü devletin orada ‘terörist’ avında olduğunu düşünüp birçok insan gibi bu durumu rahatlıkla destekler hale gelirsiniz. Oysa 38’de yaşananların Dersim dışındaki insanlara hiçbir yararı olmadığı gibi ‘savaş’ vb. koşullar var diye baskı altına alınıp hiçbir hakkınızın peşinden koşamaz hale gelirsiniz. Aynen bugün olduğu gibi! 38’de yaşananlar, Türkiye’de sermaye sultasının yerleşme adımlarıydı.
Mutlak iktidarın sağlanması ve getirimlerinin paylaşmak istenmemesiydi. Yine benzer bir yol izleniyor. İnsanlar yurdundan kovulup yaşam alanına çeşitli amaçlarla (maden vb.) çökülüyor. Geçmişte de yapılanlara güzel kılıflar bulunurdu, bugünde aynı. Elbette sadece Dersim’in doğasına çökülmüyor. Bakın Ayder’de ‘kentsel dönüşüm’ projesi uygulanıyor. Yaylada hangi kentin dönüşümünü yapıyorsunuz diye çok fazla soru yok ortalıkta.
Ayder’de 1200 araçlık otopark yapılacağı tartışılıyor da hangi kente dönüşüm uyguluyorsunuz diye soran pek olmuyor nedense. Her şey birbirine girmiş durumda. At izi it izine karışmış durumda ve ayırmak artık çok zor. At izini it izinden ayırabilmenin biricik yollarından birisi ise unutmamak. 500 yıl öncesini, 50 yıl öncesini, 5 yıl öncesini, geçen yılı, geçen ayı ve dünü asla unutmamamız gerekmektedir. İnsanlık tarihi ezilenlerle ezenlerin tarihinden başkaca bir şey değildir.
Geçmişi yad etmeden bugüne cevap üretilemez. Mutlak iktidarlar, bizlerin hafızasını silmek ve bizlere yeni hafıza kaydetmekle meşguller. Dersimliyi veya Diyarbakırlıyı yurdundan kovarsan hafızası zayıflar ve sistem ona yeni hafızalar yüklemek ister. Bu durumu kanıksadığımızda ise geçmişte yaşadıklarımız bize aktarılan yalanlarla sınırlı kalır. Gelişmelere hiçbir anlam yükleyemez ve savruluruz. Nereli olduğumuz, hangi sınıfa ait olduğumuz, dostumuz ve düşmanımız kimler gibi birçok yaşanmış deneyimler bizleri var eder. O deneyleri yitirdiğimizde ise sadece köleleşiriz. Köleleşmemek için tek yol ‘Unutmak yok’…