Osmanlıcada özdeyişler çoğunlukla anlam derinliklerinin yanı sıra telaffuzundaki şiirsel ahenk ile de akılda kalırlar. Bunlardan biri de “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” tespiti. Günümüzde, özellikle de yerel yönetim seçimlerine yaklaştıkça, bu sakatlık halinin sayısız örneklerine inanılmaz bir sıklıkla tanık oluyoruz. Propaganda faaliyetlerine girişen siyaset erbabı, sözlerinin, daha önce yaptıkları açıklamalar ile nasıl da zıt düştüğünü umursamıyorlar bile. Bu umursamazlığı olağanlaştıran ise, hiç şüphe yok ki toplumun hafızasındaki sakatlık.
Osmanlıca bu özdeyiş, doğal olarak Türkiye toplumu adına söylenmiştir. Ancak biraz daha geniş açılı bir gözlem yaptığımızda, unutkanlık açısından sakat olanın sadece Türkiye toplumu değil, neredeyse bütün insanlıkta olduğunu da söylemek mümkün. Bizler doğal olarak Türkiyeli siyasetçilerin içine düştükleri çelişkileri konuşurken, aynı çelişkili durumun özellikle batıdaki ülkelerin yöneticilerini de sardığını görmek zorundayız.
Bizler Cumhur İttifakı’nı desteklemenin bir beka sorunu olduğu yalanına afallarken, Trump da Meksika sınırına örmek istediği duvarın, kendi ülkesi için bir beka sorunu olduğuna inandırmak istiyor yurttaşlarını. Bu aşamada Amerikalılar geçmişte Berlin Duvarı konusunda kendi siyasetçilerinin sözlerini anımsamıyorlar bile. Aynı şekilde Türkiye’nin güney ve doğu sınırları duvarlarla kuşatılırken hiç kimse Filistin sınırına duvar ören İsrail’e gösterilen tepkileri hatırlamıyor.
Keza insanlık, bugün Venezuela’ya yönelik komplonun sadece birkaç yıl önce Suriye’ye karşı sahnelendiğini aklından bile geçirmiyor. Venezuela’da ülke içindeki siyasi hoşnutsuzluğu bir içsavaşa dönüştürmek için batılı ülkeler ellerinden geleni yapmaktan geri kalmıyorlar. İşin ibretlik yanı ise, masum görünen ‘insani yardım’ sözünün bu denli fütursuzca istismar edilmesi. Hatırlayalım, bizde de silah yüklü MİT tırları ‘insani yardım’ adı altında yola çıkmışlar, ardından da büyük ihtimalle devletin illegal operasyonu, paralel devletin tertibiyle açığa çıkmıştı. Bu ve benzeri operasyonların birbirinden bağımsız, tekil projeler olduğunu düşünmek saflık, aymazlık anlamına geliyor.
Daha toptancı bir gözlemle, bütün dünyanın II. Dünya Savaşı sonrasının “Bir daha asla” atmosferini anımsamadığını da belirtmek gerekiyor. Nazi iktidarının yaptığı Holokost’un artık geçmişte kaldığı sanrısı tüm insanlığa hâkim olmuştu. Oysa Yahudi Soykırımı’nın üzerinden henüz yarım yüzyıl bile geçmeden Avrupa, Srebrenitsa Katliamı’nı yaşadı. Kamboçya’da veya Ruanda’da, Sudan’da yaşananlar soykırım denen insanlık suçunun asla geçmişte kalan zulümler olmadığının somut kanıtları olarak orta yerde duruyorlar.
ABD yönetiminin Paris İklim Anlaşması’nın ardından konvansiyonel silahların sınırlandırılması anlaşmasını da rafa kaldırdığını açıklaması, uluslararası kamuoyunda birkaç yüzeysel yorum dışında neredeyse hiç konuşulmadı. Oysa aynı anlaşmaların imzalanması ve yürürlüğe konması, nükleer başlıkların füzelerden sökülmesi haftalarca TV ekranlarından duyurulmuş, Soğuk Savaş döneminin sona erdiği ilan edilmişti.
Bugün ise tüm bu kazanımların üzerine kırmızı bir çizgi çekilmiş, yeni savaşların kapılarını açma ihtimali tüm dünyaya hâkim kılınmış halde.
Geçenlerde, Uluslararası Basın Ajansı ‘IPI’ yayınladığı raporda Türkiye’de medyanın yüzde 95 oranında hükümetin güdümünde olduğunu belirtiyordu. Sorulması gereken esas mesele ise bu durumun sadece Türkiye için mi geçerli olduğu. Aslında globalleşen dünyada medya, geçmişin özgür basınının dişleri çekilmiş bir kaplana dönüştürülmüş hali. İşçi sınıfının örgütlü mücadelesi sadece bizde değil, küresel ölçekte akamete uğratıldı. Türkiye’de milliyetçiliğin, git gide ırkçılığın yükselişi de küresel bir sapkınlık. Dünyanın dört bir köşesinde farklılıklara tahammülsüzlük tırmanışta. Üstelik bu tırmanış tehlikeli bir şekilde çatışma, savaş, hatta soykırım tehdidi barındırıyor.
Dünya, seçim sandığının esas belirleyen olduğu zamanları da geride bırakmaya doğru yol alıyor. Batı’nın, daha doğrusu neoliberal küresel kapitalizmin ‘diktatör’ etiketi yapıştırdığı liderlerin arkasındaki seçmen desteği artık bir anlam taşımıyor. Maduro’ya karşı tezgâhlanan kumpasa Türkiyeli siyasetçilerin, özellikle AKP’li Cumhurbaşkanı’nın ve onun yedeğindeki Bahçeli’nin tepkilerinin ardında bu farkındalık halini görmek gerekiyor.