Pakrat Estukyan
Ermeni taşra edebiyatının günümüzdeki en önemli temsilcisi Hançepek doğumlu Mıgırdiç Margosyan’a babasının öğüdüdür bu iki kelimelik cümle, ‘Unutma, sen Heredanlısın’.
İnsanın kendini tanımlarken ifade ettiği önemli belirteçlerden biri de doğum yeridir. Kimliğe dair kayıtlarda ısrarla belirtilmesinin nedenidir bu tanım. Ne var ki çoğu kez doğum yeri de yeterli bir veri sayılmaz, kökeni, kimlerden olduğu, nereden geldiği gibi tamamlayıcı bilgilere başvurulur.
Doğum yeri Hançepek’tir Margosyan’ın, ancak hikâye orada başlamaz, evveliyatı vardır. Babası Sarkis, yani Diyarbakır Kürtlerinin ifadesiyle Dişçi Alo işte tam da o evveliyatı korumak için uyarmaktadır oğlunu, ‘unutma, sen Heredanlı’sın’ diyerek. Bu aidiyet aynı zamanda ‘Heredan nere, niye Hançepek’e geldik?’ gibi soruları da beraberinde getirecektir zira. Kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini bilmek adına önemlidir bu sorular.
Uzun yıllar önceydi, oturduğumuz evin önümdeki toprak alanı önce hortumla sulamış, ardından da bir güzel bellemiş, çim tohumu ekmiştim. Birkaç saat süren o çalışmadan yorulmuş, soluklanmak için eve çıkmıştım. Balkonda bir yorgunluk kahvesi içerken gördüğüm manzara inanılmazdı. Biraz önce ektiğim alanda müthiş bir hareketlilik yaşanıyordu. Binlerce, onbinlerce karınca demin ektiğim ama üzerine toprak atmadığım tohumları oradan oraya taşıyordu. Yukardan bakınca adeta bahçede yer yerinden oynuyordu.
Bu görüntü simgesel anlamlarla kazındı hafızama. Sanki biraz yukardan bakınca bütün bir ülkenin, aynı bizim evin önündeki küçük bahçe gibi hareket halinde olduğunu düşünürüm. Hatta biraz daha yukardan bakınca tüm dünyanın aynı hareketliliği yaşadığını sanmak da mümkün. Üstelik bu bir sanrı da değil, küresel iklim değişimine, kıtlığa, yoksulluğa ve savaşlara yol açan sömürü düzeninin günümüz insanlığına dayattığı bir gerçeklik.
Bu gerçekliğin bilince çıkmasında edebiyatın yadsınamaz bir işlevi vardır. Dahası, taşra edebiyatı dediğimiz kavram tam da bağlarımızı kopardığımız, geride bırakmaya çalıştığımız o gerçekliğin direnişidir adeta.
Mıgırdiç Margosyan’ın yazın birikimini yüzeysel bir nostalji olmaktan çıkarıp günümüz siyasetinin en önemli tartışmalarının merkezine taşıyan da geçmişte kalan gerçekliği görünür kılması olmuştur.
Türkiye coğrafyası içinde en politize olmuş kentlerden biridir Diyarbakır. Siyah bazalt taşlarla örülen surlarıyla bu kadim şehir, hafızasının eksiklerini, boşluklarını görmede, anlamada ve anlamlandırmada çok şey borçludur Margosyan’a. Ne mutlu ki şehir bu bilinci güneşe çıkarmış, gün aydınlığında sevgiyle, minnetle ve en çok da derin bir vicdan azabıyla Osman Baydemir olmuş, Abdullah Demirbaş olmuş, Şeyhmus Diken olmuş bağrına basmıştır evladını. Mıgırdiç Margosyan’ın kitapları Diyarbakır kitapçılarının vitrinlerinde her zaman ‘çok satanlar’ listesindedir.
Kindar nesil yetiştirme ülküsünde debelenenlere inat, kinden arınmanın, barışın, dostluğun, emeğin, alın terinin, kılıcın değil yabanın, tırpanın, sabanın kutsandığı bir edebiyatın yazarıdır Margosyan.
Bu anlamda onun geride bıraktığı külliyat salt Diyarbakır için değil, salt Kürtler veya Ermeniler için değil, tüm insanlık için derin anlamlar içermektedir.