Eğlence/magazin piyasasıyla alâkam, İzmir’de bir vakıf üniversitesinde çalıştığım dönemin ilk yarısında henüz Erdoğan’ın her şeyi yasaklayacak gücü olmadığı zamanlardaki ‘bahar şenliği’ etkinlikleriyle zorunlu temasımdan ibarettir. Popüler kültüre ve o zamanın İzmir gençliğinin tercihlerine yabancı birkaç akademisyen arkadaşımla birlikte bu şenlik işlerinden ne kadar uzak dursak da kaçmak mümkün olmazdı. Mayıs ayı içinde bir hafta oldukça gürültülü geçer, şenlik fikriyle coşmuş öğrenci tayfasını zapt etmek de kolay olmadığından doğru düzgün ders yapamazdık. Bu nedenle göz ucuyla da olsa, bahar şenliğini takip etmemek imkânsızdı.
Genellikle, şenliğin son akşamı bir star konseri olur ve gürültüsü bütün şehirden duyulurdu. Önceki akşamlarda sahneye çıkan şarkıcılar ise ikinci-üçüncü kalite olurdu. Benzer bir durum, gün içindeki konferanslar açısından da geçerliydi. Etkinliğin zirve günü, İzmir’in tabiatı gereği genellikle Kemalist cenahtan Uğur Dündar ya da Yılmaz Özdil gibi çok meşhur bir ya da iki gazeteci- yazar büyük konferans salonunda üniversite gençliğine hitap ederdi. Ama bunun dışındaki günlerde, adı sanı pek duyulmamış muhtemelen yine Kemalist cenahtan bazı yazar, şair, dizi oyuncusu, gazeteci vb. konferanslar verirdi.
Bunları yazarken, düşünsel, estetik, politik herhangi bir anlamda kendi açımdan değerlendirmiyorum. Dışarıdan bakan bir gözlemci için de şenlik programında değişik gün ve zamanlarda sahneye çıkan şahsiyetler arasında objektif bir kalite uçurumu söz konusuydu. Yani ben ofisimde kendi başıma somurtup burun kıvırsam da halkın ve gençliğin takdirine mazhar Kemalist bir düşünür konferans salonunda bangır bangır Atatürk elden gidiyor, tarikatlar geliyor, ulusal bağımsızlık, medeniyet, hatta işte Erdoğan diktatör olsun ama Kürtlere de özerklik verecek, eyalet sistemi kuracak mealinde vaazlar vererek öğrencileri coşturmakta olurdu. Ama öte yandan, diğer günlerde adı sanı pek bilinmemekle birlikte bir eksik iki fazla aynı şeyleri söyleyen başka sinemacı/dizici, yazar, şair, gazeteci tipler de pek bir seyirci toplamasalar da gündüz programlarında kürsüye çıkardı. İşe başlamamın üzerinden biraz zaman geçtikten ve öğrencilerle diyalog oluştuktan sonra, organizasyonda yer alan arkadaşlar bu bahar şenlikleri öncesinde programı getirip fikrimi sormaya başladılar. O zaman bu kalite uçurumunun sebebini de öğrenmiş oldum.
Sebep şuydu: İstanbul merkezli bir bahar şenlikleri paket programı sektörü vardı. Yani siz bir şenlik düzenleyeceğiniz zaman öyle kim gelsin ve yanında hangi şair konuşsun; şu şarkıcı o şarkıcıyla beraber mi çıksın; o dizi starı olmasın da bu komedyen olsun gibi işlerle uğraşmıyorsunuz. Bunun yerine şirketlerin sunduğu paketler var. Mesela o yıl en meşhur şarkıcısı İzmirli öğrencilerin çoğunluğuna göre Mustafa Sandal diyelim, onu istiyorsunuz. Ama onun yanında örneğin Kibariye’nin de gelmesine karşı çıkamıyorsunuz. Bunu paket programcı hazırlamış oluyor ve adeta bir toplam gazino programı sunuyor. Aynı şekilde mesela İlhan Selçuk konuşsun istiyorsanız yan ürün olarak Ataol Behramoğlu’nu da kiralamak zorundasınız. O değil de Kıvanç Tatlıtuğ olsun deme şansınız yok. Paket hazır; almıyorsanız size başka bir paket sunuluyor. Paket çeşitliliği genellikle üniversitelerin farklı eğilimleri göz önüne alarak sağlanıyor. Kemalist değil de İslamcı, aşırı sağcı/Türkçü, ortanın sağı ya da liberal şarkıcı, şair, yazar, ekonomist, gazeteci, komedyen, dizi starı vesaire paketleri mevcut. Dolayısıyla eğer üniversite bahar şenliği düzenleme görevini üstlenmiş sosyal faaliyet heveslisi bir öğrenciyseniz o zaman size ayrılmış bütçeyle paketlerden en uygununu seçip gerisini düşünmemek en doğrusudur.
Tabii bunlar, mazide kaldı. Artık bahar şenlikleri yasak; o paket programları da arar hallere düştük ama İstanbul’da gazino sektörünün yeniden canlandığı haberleri geliyor. Zaten ‘bahar şenliği’ program paketleri de belli ki ilhamını gazino kültüründen alıyor. Gazino kadrolarında genellikle en sonda sahne alan bir assolist hanım olur. Ondan önce birkaç ikinci sınıf şarkıcı ve dansöz, belki bir iki komedyen ile akşam tamamlanır. Gazino izleyicisinin de kadrodan şunu çıkarın yerine bunu getirin gibi bir tercihi söz konusu değildir.
Seçim kampanyaları, bu bahar şenliklerinin ve gazino kültürünün paket programlarını çağrıştırıyor. Özellikle kalabalık ittifakların mitingleri tam bir faciaydı. İttifakın cumhurbaşkanı adayının konuşmasından önce bitmek tükenmez başkan yardımcısı adayları ve parti başkanları da haliyle konuşmak istiyor. İslamcıların, Türkçülerin, Kemalistlerin, liberallerin birbirini tekrar eden konuşmaları İkinci Meşrutiyet yıllarının “Üç Tarz-ı Siyaset” eğilimleriyle ilgilenen araştırmacılar için ilginç olabilse de meydanda toplanarak saatlerce ayakta bekleyen kitleler açısından baygınlık verici olmalı. Bütün gün izleyicilerin kafası ütülendikten sonra hava kararırken sıra ‘assoliste’ geldiğinde çoğu insanın dizlerinde derman kalmamıştır. Hele bir de Ankara mitinginde olduğu gibi üzerine sağanak yağmur bastırmışsa cumhurbaşkanı adayının nutkunu kısa kesip harap ve bitap kitleyi evlerine uğurlamaktan başka çaresi kalmamış demektir.
Bu durumda insanın aklına dar gelirli aile babasının eşiyle birlikte kırk yılın başı gittiği gazinodaki hali geliyor kaçınılmaz olarak. Adamcağız birkaç ay maaşından biriktirip gelmiştir. Fakat bitmek bilmeyen assolist altı şarkıcı, dansöz, komedyen geçidi esnasında zaten pek alışkın olmadığı alkolü fazla kaçırır ve assolist sahneye çıktığında hanımın bütün dürtmelerine rağmen çoktan sızmış olur. Onca hazırlık, heves ve masraf boşa gitmiştir. Kim bilir şu son ay içinde ülkenin hangi şehirlerinde kaç miting yapıldı ve vatandaş bu ittifaklar nedeniyle kim bilir ne çileler çekti.
Bakan Nurettin Nebati, o meşhur ‘epistemolojik’ nutku içinde adını muhtemelen daha önce duymadığı bir ekonomistten söz etmişti. O ekonomist yani Joseph Schumpeter, aslında ‘araçsal demokrasi’ diye tanımlayabileceğimiz bir demokrasi modeli ortaya koymasıyla tanınan çok yönlü bir düşünürdür. Schumpeter’in kritikleri, bu demokrasi modelinin kendisini piyasa imgesi üzerinde kurması nedeniyle problemli olduğunu ifade ederler. Araçsal demokrasi modelinde politikacılar, siyaset piyasasına mallarını ve programlarını sunan şirketler gibi hareket eder. Toplum ise tam anlamıyla tüketicidir. Politikacıların sunduğu malı alır ya da almaz. Bir partinin programını ve kadrolarını beğenmezse başka partinin sunduğu paketi alır. Bunun dışında seçenekleri çok azdır. Yani tüketici hakları, geri bildirim, ar-ge vb. piyasaların işleyişinde nasıl ihmal edilebilir bir role sahipse siyasal süreçlerde de vatandaşın fikri en fazla dilek ve temenniler kutusuna atılmış mektuplar kadar değerlidir. Önemli olan reklam ve tanıtım yoluyla hedef kitlede sunulan malı tüketme arzusunu yaratmaktır. Bunun için de reklamcılık sektörü, piyasa yapılarının oluşumunda hayati role sahiptir. Tüketim toplumunun işleyişi ihtiyaçların piyasa üzerinden karşılanmasından ibaret değildir; tüketim büyük oranda aslında ihtiyaç olmayan mallara yönelik arzunun imalatı sonucu gerçekleşir. Schumpeter’e göre siyasal süreçler, kapitalist toplumun ya da modern tüketim toplumunda yürürlükte bulunan piyasa işleyişini taklit eder.
Bu fikirlerin normatif anlamını Nebati’nin epistemolojik yaklaşımlarını dikkate alarak değerlendirmek ayrı bir çalışma konusu. Fakat burada altı çizilmesi gereken modern zamanlarda siyasetin, tüketici piyasanın bir aynası oluşu dolayısıyla da kapitalist piyasa kurallarıyla siyasal süreçlerin işleyişi arasındaki paralelliktir. O halde, seçim çalışmaları, mitingler, kampanyalar vb. esasında kapitalist reklam kampanyalarının siyasi hayattaki tezahürüdür. Zaten siyasal iletişimcilerin çoğu, seçim zamanları dışında hayatını reklamcılıktan kazanır ve bunun tersi de doğrudur: Reklam piyasasının ünlü isimleri, yani kapitalist piyasaya malları parlatarak sunmak suretiyle tüketicide arzu yaratmakta uzmanlaşmış kişiler, seçim zamanlarında ekipleriyle birlikte politikacılar tarafından transfer edilirler ve büyük paralar karşılığında siyasi partilerin seçim kampanyalarını yürütürler.
O halde, siyasetin tüketicisi konumunda olan ‘demokratik toplumun’ işlevi, önüne gelen seçim pusulasına dizilmiş mamul mallar arasında bir tanesinin altına mührünü basmaktan ibarettir. Ama işte o üzerine damgayı bastığımız mamul madde, marka ya da şahıs, ‘demokrasi şenliğimize’ arkasında bir ekiple teşrif edeceklerdir. Gazinoların assolist-altı kadroları ya da bahar şenliklerinin program paketleri gibi. Paket dahilinde olup da her birinin sicili diğerinden beter olan bu ikinci ve üçüncü kalite isimlerin gazino ya da ittifak kadrosundan çıkarılmasını talep etme hakkımız da yoktur.
Neredeyse tek sayfalık bir ansiklopediye benzeyen milletvekili genel seçimleri listesine gelince, onu Schumpeter’in içi boşaltılmış piyasacı demokrasi modelinden farklı kılan bir tek şey var ve bunun ne olduğunu okurlar zaten biliyor…