Özgür Müftüoğlu
Üniversitelerde yaşananları hayret ve ibretle izliyoruz! Sadece Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananları değil, diğer 206 üniversitede yaşananları ve belki daha fazla yaşanması gerekip de yaşanmayanları…
Boğaziçi Üniversitesi malum olduğu üzere sarayın rektörlüğe kayyum atamasından bu güne, geçen 40 hafta, yaklaşık 280 gündür öğrencisiyle, akademisyeniyle direniyor. Tüm baskılara rağmen kırılamayan direniş, atanan ilk kayyumun görevden alınmasını sağladı. Ama saray yönetimi otokratik rejimi kanıtlamak istercesine yeni bir kayyum atadı ve direnişe yönelik baskısını daha da arttırdı.
Bu süreçte kimi öğretim elemanları üniversiteden uzaklaştırıldı, birçok öğrenci doğrudan şiddetin muhatabı oldu. Ama -Erdoğan’ın da hedef göstermesiyle- gözaltılarla, tutuklamalarla yoğunlaşan baskılara rağmen direniş tüm kararlılığıyla sürüyor. Boğaziçi Üniversitesi kayyuma karşı direnişinde öğrencisiyle, akademisyeniyle bunca ağır bedelleri ödemesine rağmen mücadelesine devam ederken Türkiye’nin diğer üniversitelerinin öğretim elemanları, öğrencileri ne yapıyor peki?
Merakım, diğer 206 üniversitenin Boğaziçi Üniversitesi için ne yaptığıyla ilgili değil. O malum zaten: Bazı duyarlı öğrenciler dışında Boğaziçi direnişine katkı olarak yaptıkları hiçbir şey yok! Benim sözü getirmeye çalıştığım yer, hayret ve ibretle kendilerini izlememe neden olan, “Türkiye’de kayyum atanan tek üniversite Boğaziçi imiş de diğerlerinde akademik özgürlükler, üniversite özerkliği bakımından her şey olması gerektiği imiş gibi bir havanın olması” hali.
Oysa ülkede sadece Boğaziçi değil, 207 üniversitenin tamamı (üniversite bileşenlerinin -akademisyen, öğrenci, idari ve teknik personel- iradesi yok sayılarak) OHAL fırsatçılığı ile 29 Ekim 2016’da çıkartılan 676 sayılı KHK’dan bu yana sarayın atadığı kayyumlar tarafından yönetiliyor. Bunun öncesinde de üniversitede demokrasiden, özerklikten söz edilemezdi elbette ama en azından köklü üniversiteler için dayatma bu seviyeye ulaşmamıştı. Var olan antidemokratik uygulamalara karşı ise çok güçlü ve örgütlü ol(a)masa da ciddi sesler çıkarılıyordu.
Görünen o ki, Boğaziçi Üniversitesi ve bazı üniversitelerin kimi birimleri -ODTÜ’de tepeden atılan dekana tepki gösteren İİBF gibi- dışında üniversitelerde özellikle akademik kadrolar bilimsel özerklikten, akademik özgürlüklerden vazgeçmiş otokratik düzeni kabullenmiş durumda. Kendi özerkliğini, özgürlüğünü savunamayan bir akademinin toplumun sorunlarını sahiplenmesi, çözüm üretmesi ise beklenemez elbette. Uzunca bir süredir ekonomiden dış politikaya, eğitimden sağlığa, ekolojik talandan ırkçılığa kadar toplumun cebelleştiği tüm meselelerde üniversitenin büyük sessizliğinin nedeni budur.
Boğaziçi Üniversitesi direnişi, ölüm sessizliğine bürünmüş Türkiye üniversiteleri için umuttur! Bu umudun yeşermesi, yaygınlaşması ancak örgütlü bir mücadeleyle olur. Eğitim Sen ve SES başta olmak üzere üniversitelerde örgütlü olan ve özerk, demokratik üniversite ilkesini benimseyen tüm yapılara bu konuda önemli sorumluluk düşmektedir.