İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri, Erdoğan için Yıldırım Bayezit’in Ankara Savaşı, Napoleon Bonaparte’ın Waterloo Savaşı, Şah İsmail’in Çaldıran Savaşı gibi kötü kaderine yürüdüğü bir savaşa dönüşebilir. Kaybedilme ihtimali yüksek ve kazanılması halinde de kötü sondan kurtuluşu sağlamaya yetmeyecek kader savaşlarına.
“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimlerinin Yenilenmesi” kararı, seçimin yeniden kaybedilmesi halinde Erdoğan’ın “reislik otoritesi”nin belki de onarılamayacak bir biçimde darbe almasına neden olacak. Böyle bir sonuç, sömürge faşizminin krizini “kontrgerillanın birliğini, Erdoğan’ın önderliğinde ve yeni bir temel üzerinden sağlayarak” aşma girişiminin de (yani 15 Temmuz sonrasında aldığı açık faşizm inisiyatifinin de) yıkıcı bir darbe almasını getirebilir.
Güçler ayrılığını ortadan kaldıran bir “rejim değişikliğini” gerçekleştirmiş, kendisini “başkan” seçtirmiş Erdoğan’ı İstanbul BB seçimlerini yenileyerek böyle bir “kader muharebesi”ne girmeye zorlayan şey nedir? Elindeki yetkilerle muhalefetin eline geçen yerel yönetimleri iktidarı için bir tehlike olmaktan çıkarabilecekken, üstelik Ankara’nın, Adana’nın, Antalya’nın, Mersin’in kaybını sineye çekmişken, siyasi ölümü göze aldıran bu “İstanbul Sevdası” nedir?
31 Mart seçimleri sürecinde, Erdoğan’ın 17 yıllık iktidarı boyunca oluşmasına izin vermediği“ düzen içi alternatif”in “Millet İttifakı” ekseninde oluşabileceği, bu ittifakın Kürt siyasi hareketi ile bir “arka kapı diplomasisi” kurma yeteneği gösterebileceği ortaya çıktı. Soru, Erdoğan’ın beklemediği yerden çıkmıştı. Erdoğan “Türkiye İttifakı”nı telaffuz ederek gelişen düzen içi alternatifi yönetilebilir hale getirmenin yoklamasını yaptı. Ancak bu yoklamaya, açık faşizm macerasına birlikte girdiği ortakları Ağar ve Bahçeli Çubuk’ta takozu koyuverdiler. 2012’de dış siyasette cihatçı müttefiklerinin ipoteği nedeniyle “Müslüman Kardeşler” ekseninden ayrılamayan ve Gülen’le kader birliği bozulan Erdoğan’ın ayağına, beş yıl sonra bu kez “Kürt savaşı” ekseninde oluşturduğu iktidar ortaklığı dolandı. Erdoğan, tarih ve coğrafyayla anakronizme düşen bir iktidar koalisyonuna (AKP-MHP-“Ergenekon” kalıntıları) mahkum olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.
Erdoğan şimdi iktidarını“ gidebildiği kadar götürme”nin peşinde. Bunun için gelişen “düzen içi iktidar alternatifi”ni, gelişmesinin başındayken boğmanın arayışına girmiş görünüyor. Başvuracağı yolun 7 Haziran sonrasından ilham alacağını kendisi de ifade etti. İBB Başkanlığı seçimlerinin yenilenmesi kararı, Erdoğan’ın bu politikası açısından anlamlı görünüyor. Sınırlı bir alanda gerçekleşen ve muhalefet güçleri açısından ittifak zemini daraltılmış bir “kilit muharebe” üzerinden “düzen içi iktidar alternatifi”nin bileşenleri arasındaki fay hatlarını harekete geçirmek. Erdoğan daha sonra bu fay hatlarını sürekli sarsarak muhalefetin yerel yönetimlerde sağladığı gücün bir iktidar tehdidine dönüşmesini zorlaştıracaktır.
7 Haziran’ın altından çok sular aktı. Erdoğan amacına, 7 Haziran sonrasında uyguladığı, PKK ile savaşı tırmandırmaya odaklanan ve 5 ay içerisinde bine yakın insanın ölümüyle sonuçlanan “terör kampanyası”nın yineleyerek ulaşmaya yönelmeyebilir. Ama Erdoğan’ın Kürt kartını oynaması da kaçınılmaz. Cizre, Silopi, Mardin ve çok sayıda ilçe belediyesinin Erdoğan, Soylu ve Yıldırım “zirvesi”nin hemen ardından polis ablukasına alınması önümüzdeki 45 günün “provokasyon merkezi”nde yine Kürtlerin yer alacağını göstermektedir. Çünkü düzen içi muhalefetin Kürt demokratik siyasetinin ve sosyalistlerin etkin desteği olmadan iktidar alternatifi olması mümkün değil.
Mevcut iktidarın sürdürülebilir olması için ise Kürt demokratik siyasetinin denklemden çıkarılması zorunlu. Bu öngörülebilir taktik, başta CHP olmak üzere “Millet İttifakı” içindeki partilerin Kürt demokratik siyaseti ile “sağ taban”da bile anlayışla karşılanabilecek bir ilişki kurmasına yol açabilir. CHP’nin, HDP’nin kazandığı belediyelere yönelik olarak önce YSK “çetesi”, daha sonra ise Soylu’nun provokasyonları ile girişilen gasp hareketlerine karşı açık ve net tavır alması, “bu saatten sonra” mümkündür (ve demokratik muhalefet potansiyeli bakımından sıçratıcıdır). Bununla birlikte, Kürt demokratik siyasetinin de, onlarca yıllık mücadele deneyimiyle hareket ettiği, önümüzdeki birbuçuk aylık sürede “merkezi muharebe”ye odaklanma, iktidarın provokasyonlarını “idare etme” eğiliminde olduğu hissedilmektedir.
Ancak, bu sürecin sonucunun iktidar uygulamalarının “Millet İttifakı” ve demokratik muhalefet güçleri üzerinde yarattığı olumsuz etkinin derecesine bağlı olarak belirlenmeyeceği de görülmeli. Davutoğlu’nun manifestosunun ardından gelen Abdullah Gül’ün “sükut-u hayal” açıklaması, İmamoğlu’nun çağrısının “tanınmış yandaş sanatçılar” arasında da ciddi bir yankı bulması, TÜSİAD’ın “yürek yemiş” hareketleri, havuz dışındaki “rehine medya” organlarından yükselen çatlak sesler, “Cumhur İttifakı”nın hegemonyasını dağıtan, insicamını bozan bir “rüzgar”ın gelişmekte olduğunu gösteriyor.
Öte yandan iktidarın başvurduğu “irade gaspı”, CHP’de ortaya çıkardığı “örgütleyici” sonuçlar, seçim sürecine etkin katılım çağrılarına alınan enerjik yanıt ve sokaklardan alınan muazzam nabız, iktidarın İstanbul seçimine yönelik yolsuzluk ve sindirme hayallerinin kolayca gerçekleşemeyeceğini de hissettiriyor. “Bir gece ansızın patlak verecek” kur tsunamisi ve bir felaket boyutlarına gelmekte olan enflasyon ve işsizlik gerçeği ile Erdoğan ve şürekasının ballı iktidar aşkı arasındaki büyük kontrastın, davulu Erdoğan’ın boynuna asıp gelişi güzel tokmak sallayan Bahçeli’nin AKP tabanı içerisinde yarattığı çözülme de cabası.
Erdoğan her geçen gün azalan bir güçle, her geçen gün çoğalan bir kuvvete karşı, çıplaklaşan bir şiddet ve hoyratlıkla ama artan bir beceriksizlikle saldırıyor. Diktatörün yönü, labirentinin derinliklerine doğru.