Cumhuriyet tarihinin en önemli seçiminin ikinci turu da sonuçlandı. Fotoğrafın geneline bakıldığında Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasından ziyade Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaybettiğini ifade etmek gerekir. Bu kadar yozlaşmanın olduğu, her türlü karanlık işin döndüğü, ekonominin çöktüğü, hak ihlallerinin zirvede olduğu bir iktidarın döneminde seçim ancak muhalefet tarafından kaybedilir.
Unutmamak gerekir ki açığa çıkan bu başarısızlık Kürtlere ait değil. Kürtler elinden geleni fazlasıyla yaptı. Başarısızlık Millet İttifakı bileşenlerinindir. Kürtler umut ve ısrarla tavırlarını demokrasiden, kardeşlikten, bütünlükten ve değişimden yana koydu. Tereddüt etmeden, ikircikliğe düşmeden faşizme hayır dedi. Tek adama biat etmedi.
Sakın ola hiç kimse yaşanan bu başarısızlığın faturasını Kürtlere kesme haddini kendinde bulmasın. Kılıçdaroğlu en yüksek oyu İzmir’den değil Dersim’den, Muğla’dan değil Şırnak’tan aldı.
Şunu net bir şekilde vurgulamak gerekir ki, Kılıçdaroğlu’nun ikinci turda milliyetçi söyleme başvurması ona ciddi anlamda kaybettirdi. Ümit Özdağ ile girişilen kayyum pazarlığı Kürtlerde bir tereddüt yarattı ve her ne kadar dramatik bir düşüş olmasa da Kurdistan’ın genelinde sandığa gidişte bir azalma yaşandı.
Türkiye’de milliyetçilik çok kullanışlı bir aparata dönüştü. Her sıkışanın başvurduğu ve kendini o sıkışmışlıktan sıyırdığı bir aparat. Ancak Kılıçdaroğlu’nda bu bir işe yaramadı. Neden mi? Türkiye’de hiç kimse, buna MHP de dahil, Erdoğan ile girdiği milliyetçilik yarışından zaferle çıkamaz.
Cumhur İttifakı’nın dini haline dönüşen milliyetçi politikalara benzer argümanlarla savaş açmak sidik yarışına girmek gibi bir şey oldu. Doğru olan neydi peki? Milliyetçiliğe karşı halkların kardeşliği temelinde daha barışçıl bir üsluba başvurmaktı. Kılıçdaroğlu’nun on günlük milliyetçiliği ve ikircikli tutumu güven sarstı. Kürtlerdeki durum bu oldu.
Söylem değişikliği ile Kılıçdaroğlu ne bekliyordu ki? Kürt halkının değerlerine dil uzatarak mı oylarını artıracaktı? Ümit Özdağ gibi bir kafatasçı ile el sıkışarak mı başarılı olacaktı?
Erdoğan 21 yıllık iktidarı boyunca Türk halkının sosyolojisinde ciddi anlamda değişiklikler yarattı. Ölümü kutsallaştırdı. Vatan-millet edebiyatı ile alanlarda ölüm bilançoları verdi ve kendini alkışlattı.
Düşünsenize AKP genel başkanı sahneye çıkıyor ve “şu kadar Kürt öldürdük, Allah’ın izniyle daha da öldüreceğiz” diyor ve alkışlanıyor. Cumhur İttifakı’na Türkiye tarihinin en Kürt düşmanı ittifakı dememiz bundan. Hangi psikolojiyle bunlar söyleniyor, hangi psikolojiyle öldürmek böylesine alkışlanıyor? Bunu psikologlara ve sosyologlara bırakıyorum.
Şunu kabul etmek gerekir ki, Türkiye tarihinin en eşitsiz seçimi oldu. Adil bir seçim hiç olmadı. Cumhur İttifakı devletin tüm imkanlarını Erdoğan için hunharca kullandı. Fahrettin Altun’un başını çektiği ekip Goebbels’e taş çıkartacak şekilde müthiş bir algı operasyonu ile halkı yanılttı. Yalan, iftira, karalama, olmamışı olmuş gibi gösterme, sahte hesaplarla kitleleri yönlendirme ve daha sıralayabileceğimiz birçok şey.
ÖSO’ya bağlı El Mutasım Tugayı çete başı Mutasım Abbas bile “Barışta da savaşta da sizinleyiz sayın başkan” ifadeleriyle Erdoğan lehine oy kullandı. Bu da şu anlama geliyor. Seçimlerde Rojava başta olmak üzere Suriye’de kan döken çete üyelerine vatandaşlık verildi.
Yaşanan bu sonuca rağmen Kürt halkı savaş politikalarına geçit vermedi. Erdoğan’ın kutuplaştıran, yok sayan diline onay vermedi. Her fırsatta barıştan yana olduğunu haykırdı. Cumhur İttifakı için bu bir zafer değil. Olsa olsa buna Pirus zaferi denilebilir. Yani kazananın halinin kaybedenden farksız olduğu bir zafer.
Erdoğan istediği gibi ezici bir çoğunlukla kazanamadı. Buna Kürtler engel oldu. Kürtler önce kendisine 2019 yerel seçimlerinde Türkiye’de kaybettirdi, şimdi de Kurdistan’da. Erdoğan’ın Kürtler tarafından kendisine verilen bu mesajları güçlü şekilde alması gerekir. Kürt karşıtlığı üzerinden kıl payıyla da olsa belki beş yıl daha iktidarda kalmayı başaracak ama Türkiye’de yaşayan halkların bu politikadan kazanç sağlaması mümkün değil.
Seçim süreci öyle ya da böyle bitti. Herkes çok yoruldu. Karamsarlığa, umutsuzluğa kapılmadan, yaşanan bu seçimden güçlü sonuçlar çıkararak canla başla mücadeleye devam etmekten başka seçenek yok. Karanlık biraz daha sürebilir ama karanlıkta ıslık çalmak aydınlık günler getirmez. Karanlıktan şikâyet yerine herkesin bir mum yakıp aydınlık için çaba göstermesi gerekir. Ahmed Arif’in şu sözlerini hatırlatayım:
“Umutsuzluğa düşmek bir devrimciye yasaktır. Cellat elinde işkencede ölüme bir soluk kalmışken bile. Yalnız yasak değil ayıptır da. Çünkü devrimcinin kendisi, insanlığın yarını ve umududur. Bir kural bir ilkedir bu. Namussuzluğun, alçaklığın egemen olmadığı, soylu, güzel ve onurlu bir dünya, bu temel ilke üzerinde kurulur.”