Bir şey beklememeyi,bir şey umut etmemeyi öğrendiğinde dünyaya ilgisi donuklaşır, hayatla ilişkisi katılaşır.Dönüp bakmayı gerektirecek bir şey kalmadığını düşünenin,ileride onu bekleyecek,kalkıp ona doğru sürüklenecek yepyeni bir şeylerin olamayacağına da inanır.Yaşayacakları,yaşadıklarından farklı hangi anlamları,hangi gizemleri,hangi büyüleyici manzaraları,daha önce yağmalanmamış hangi gizli hazineleri vaat edebilir? Yaşanacakların, yaşadıklarının tekrarı olacağına kefil olduktan sonra kendi kabuğu içinde,kendi kendine çürüyüp gitmekten başka önceliği kalmamış olduğunu göreni ne sarsabilir,onu yaşama ne inandırabilir? Nefes alıp verdiği zaman aralığında hayata dokunamayana, hayat dokunduğunda,bu dokunuşa verebileceği dramatik yanıt kısa süreliğine bir iyileşme gibi görünse de hep daha dokunaklı bir son,öncekinden daha derin bir kayboluşun beklediğini ona ne unutturabilir?
Bir an için uyanıp sonra yine aynı sonsuz karanlığın içine çekileceğini bilmek,beklememeyi ve umut etmemeyi buyurur.Bu buyrukta kaskatı bırakan, sinirleri ve duyuları katılaştıran bir güç ve onun soğuk iradesi var.Gelen gidecek,uyanan uyuyacak,ayaklanan çökecek,hisseden donup kalacak. Kitaptan filme uyarlanan,bu filmden gerçek hayata aktarılabilecek“Uyanışlar”daki o“umutsuz vaka”.Kronik hastaların umutsuz vakalar olarak izlendiği bir klinikte, çocukluğundan itibaren donup kalmış o yaşlı hastalar gibi hayat,hayat dışı kalmış bir doktor önlüğü içinde gelip dokunduğunda kısa bir zaman için canlanan, gerçek dünya ile tanışan sonrasında yine o kaskatı boşluktan ibaret eski karanlık dünyaya dönenleri andırıyor.Acısız bir mutsuzlukla uzayan,kederden bile sıyrılan sıkıntılı bir hayatın içinde belki yalnızca bir kez uyanan,yalnızca bir kez anımsayan,bu kısacık uyanış ve anımsama anına hangi büyük umutları,hangi uzun bekleyişleri sığdırabilir?
Uyanan,ilk kaskatı kesildiği yaşa döner en fazla.Uzun yıllar sonra ansızın yedi yaşındaki çocuğun gözleriyle görmeye başlayan yaşlının, bir mevsimlik ömrü bile kalmadığını, her yana çarpıp kırıldıktan sonra yeniden o granit kayanın içindeki sessiz heykele dönüşeceğini sezdiğinde hangi düş ile baştan çıkabilir? Kronik hastaların tıkıştırıldığı umutsuz vakalar kliniğini andıran bir dünyada,kendinden ve birbirinden habersiz ruhların birbirindeki boşluk ve karanlığa tutunmasında hayata dair yeni hiçbir şey yok.Canlandığında ne beklediğini bir an hatırladıktan sonra hemen unutan,bilinçdışı bir karanlıkta kaskatı kesilirken neyi umut edip neyi ummaması gerektiğini nasıl hatırlayabilsin? Umutsuz bir vaka olarak sonsuz bir şiddet ve baskı kliniğinde acımasız deneylerin konusu olan bir hastalar topluluğuna sadece belirli aralıklarla görünüp kaybolan hayat,ölüm ve hayata,acı ve neşeye,mutluluk ve mutsuzluğa,aydınlık ve karanlığa dair gerçekte bir şey söyler mi?
Büyük dramlar,büyük olaylar,ana ve geleceğe dair büyük tasarılar,bütün bir evreni kuşatan heybetli görüşler canlandırılıyor.Hacimli umutlar ve geniş düşler yeni duyarlıklarla tartılıyor,karmaşık gizemler ve ağır gerçekler hassas ve kırılgan anlardan damıtılıyor.Bir klinik vaka olan“devasızlar”uyandığında yeni bir hissizlik evresine girmeden nasıl yarı canlı kalabileceği, sonsuz bir umutsuzluk olsa da azap dolu umutlarının nasıl diri tutulabileceği, çıkardan ve acımasızlıktan muaf tutulmuş beşeri bir ilgiyle yeniden inceleniyor.Umutsuz vakanın umut dolu canlanışı, şefkatli bir doktor kılığında o hayati dokunuşla başlayan mucize, iyileştirici heyetin analitik heyecanını yeniden biçimlendiriyor.Aslında vaka için değişen bir şey yok.Büyüyen ve genişleyen kliniğin önemi, etkinliği ve imkanları.
Filmdeki o yaşlı“umutsuz vaka”topluluğuyuz.Üzerinde her bir şey denenir.Bazen uyanır, ama hemen sonra dünyaya ilgisi donuklaşır, hayatla ilişkisi katılaşır evreye geçeriz.O bilisiz evrende mutlu veya mutsuz olduğumuzu kim bilebilir ki? Söylencedeki gibi kudretli bir el, “balığın altına suyu, suyun altına da karanlığı yerleştirdi ve insanoğlunun bilgisi bu karanlığın altında ne olduğuna yetmedi.