Dante, İlahi Komedya’da cehennemin kapısında “İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu” diye yazdığını yani cehennemin umutsuzlukla özdeş olduğunu anlatır. Katman katman ayırdığı cehennemin kapısından girdiğinde bu sözün ürkütücülüğünü dile getirir. Hocası ona “Burada her türlü korkuyu bırakmalı, ödlekliğin kökünü kazımalı. Sana söylediğim yerdeyiz şimdi, akıl hazinelerini yitirdikleri için acı çekenleri göreceksin”* diye nasihat eder. Umudun bittiği yerde korkusuzlukla ayakta durabilir, badireleri atlatabilirsin dercesine…
İnsanlığı epey meşgul etmiş kavramlar bunlar. Özellikle umut üzerine çok tartışma olmuş. Bazıları onun insanı kötürümleştirdiğini söyler, bir yanıyla da doğrudur. Tarihin kimi karanlık sayfalarının yazılmasında, hastalıklı bir “umudun” koşulladığı kötürümleşmenin de payı olmuştur. Nitekim Hitlerci karanlığın kök salmasında toplumun bazı kesimlerinin “Sonları yakındır, bunlar bu süreci daha fazla götüremez” manasına gelebilecek bir beklentiyle giderek olup bitene seyirci kalmaları anlatılır tarih incelemelerinde ya da çeşitli canlı deneyim aktarımlarında, romanlarda… Bu kesimler belki de korku ve sinikliklerini böyle meşrulaştırdılar, en başta kafalarında ve vicdanlarında.
Ki, böyle bir “umut” da zaten umut değildir, varacağı son nokta da insanı bir balçık gibi içine çeken umutsuzluktur. Dante’nin cehenneminin kapısında yazdığı gibi umudun bittiği yerde cehennem başlar. O cehennemden geçebilmekse korkusuz olmayı gerektirir.
Seçimler sonrasında yaşadıklarımız, süregiden tartışmalar, umut ve umutsuzluk, korku ve korkusuzluk üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor bizi. İktidar bloğu, sandık odağından oluşturulan toplumsal umudun yerle yeksan olmuşluğunu derinleştirmek, umutsuzluğu kalıcılaştırmak ve toplumu içine tıktığı bir hücreye dönüştürmek için canla başla çalışıyor. En küçük bir kıvılcımı bile anında sindirme yoluna giderek kendi korkusunu da böyle bastırıyor.
Burjuva muhalefet denilen ve daha birkaç ay önce halkın büyük bir kesimi için “umut” adresi haline gelen/getirilen cenah da yerlerde sürükleniyor. Bu ikisinin kesiştiği noktada derinleştirilmek istenen umutsuzluk toplumsal bir cehennem kapanına dönüşmeye doğru gidiyor.
Ama en kötüsü bu umutsuzluğu dağıtacak, yaratılmak istenen ve en başta umudun def edilmeye çalışıldığı cehennemde korkusuzca yürüyecek/yürümesi gerekecek bizim hal-i pür melalimizdir. Bazılarımız yine ve yeniden bir seçim atmosferine girdi. Kimimiz her yanıyla dökülen CHP’nin önemine dair sıralanan cümlelerine “Halk için halen en önemli adres ve en kitlesel mobilizasyon gücüne sahip” gerekçesini giydiriyor. Bazılarımız sanki yaşamıyormuşuz gibi “Daha büyük saldırılara hazırlanıyorlar” diyerek yön tayin etmekte, devrimci olanı bulmakta bocalıyoruz; bazılarımız hiçbir şey olmamış gibi kendi “İşimiz gücümüzdeyiz”, bazılarımız “Dur bakalım ne olacak” gerilimiyle atmosferi koklamakla meşgul. Seçimin vesile olduğu muhasebelerimiz devam ediyor, hepimiz süreç okumaları yapıyoruz. Bu tartışmalar gerçeğin bütününü görmemizi kolaylaştıracak bir tablo da koyuyor önümüze.
Ama aslında yanıtlar belki de çok karmaşık değil. Belki de her birimiz açısından mesele “Ne bir adresleri vardır onların ne de aşktan başka bir sığınakları” dizelerinde olduğu gibi berrak bir “serüvenci” olmakta ve o serüvencilerle dokunmuş kolektif merkezlere dönüşmemizde. Yaratılmak istenen ve umudun defedilmeye çalışıldığı cehennemde “korkusuzca yürümekte”, hedef ve ideallerimizle kurduğumuz ilişkinin derinliğince özgürleşmekte. Bürokratik alışkanlıklarımızı, memurlaşan devrimcilik tarzımızı, hedef bilincinden uzak dar pratikçiliğimizi, kapitalizmin her an hayatlarımıza taşıyıp farkına bile varmadan bizi de dönüştürdüğü alışkanlıklarımızın gücünü kırmak için iradi bir çaba harcamakta.
Akbelen’de, Antep Şireci Tekstil’de çakan kıvılcımlara yönümüzü daha fazla dönmekte.
Evet, “Ne doğada mucize olur ne de tarihte”. Mucize gibi görünen her gelişmenin arkasında büyük acılar, bedellerle iç içe geçmiş devasa emekler toplamı vardır. Mesele o emeklerimizi kolektif hedeflerimizde birleştirmekte.
“Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur.” Geçmişten devrimci sonuçlar çıkaranlar, bugünün içindeki geleceği görürler, o geleceğin var edilmesinde hangi dinamiklere asılmaları gerektiğini bilirler. Bu sonuçları çıkaramadığımızda bugünki geleceği görmek bir yana yakamıza yapışmış tasfiyecilik illeti bizi kuyunun dibine kadar çeker. Umudun olmadığı cehenneme yani…
*İlahi Komedya (Üçüncü Kanto)