31 Mart yerel seçimleri çoklu uyarılarla doluydu. Uyarılar karşısında kimin neyi nasıl anladığı konusunda bir belirsizlik hali yaşanıyor. Seçimin sonuçlarının yüzeyine yapışan sis henüz dağılmış değil. Aktörler arasında hızlanan trafik sisin dağılmasını kolaylaştıracak en güncel veri gibi görünüyor. Erdoğan-Özel, DEM-CHP görüşmesi ve meclis başkanı sıfatıyla Numan Kurtulmuş’un ‘usul tartışıyoruz’ diyerek başlattığı yeni anayasa turlarından oluşan bu güncel veriler siyasetin geleceği hakkında kimi ipuçları veriyor.
Diyaloğun tedirginliği
Aktörlerden bağımsız olarak iktidar ile sürdürülen tüm temaslar aklı başında olan herkesi tedirgin ediyor. Tedirginlikten hareketle yapılan genellemeler ise kimi zaman doğru olsa da bir takım riskleri de tetikliyor. Her şeyden önce hangi niyetle yapılırsa yapılsın, aktörlerin seçim sonrası birbiriyle konuşmak zorunda kalması toplumun siyasete yaptığı kritik müdahalenin bir sonucudur. Umut dediğimiz potansiyel, toplumun siyaseti değişime zorladığı bu müdahalenin bilincinde, bu bilincin doğru örgütlenmesinde saklıdır. 2024 seçimlerinde toplum bu müdahaleyle koordinatlarını çizdiği yoldan sapan irade temsilleri üzerinde yaptırım gücüne sahip olduğunu bir kez daha göstermiştir. İradeye ihanet eden kesinlikle kaybedecektir. Toplumun ayakları üzerinde oturtmaya çalıştığı asıl mekanizma kendi öz iradesinden başka bir şey değildir.
Tam da bu nedenle seçim sonrası siyasi partiler arasında başlayan diplomasi trafiği, kaynağını tek bir aktörün belirlediği keyfi veya paragmatist tercihlerden değil, toplumun dayattığı zorunluluktan almaktadır. Güncel siyasete damgasını vuran yumuşama mefhumu, bahsettiğimiz toplumsal zorunluluğun politik retoriğidir. Zorunluluk ilk etapta iktidarı hizaya getirdi. Yenilgi sonrası iktidarın muhalefet ile konuşmak zorunda kalması; geminin su alması, krizin büyümesi ve iktidarın çürümesinden kaynaklı zorunluluğun yansımalarıdır.
Önceki yazılarımızda belirtmiştik; iktidar bloğu son yenilgi ile birlikte üç kez seçimleri kaybetti. İktidarın yenilgisine rağmen hem düzen muhalefeti hem de devrimci demokratik siyasetin gevşekliğinden kaynaklı iktidar önceki iki yenilgide ipleri yeniden eline almayı başarmıştı. Bir kez daha yenilen iktidarın içi kaynıyor, ittifak ilişkileri sarsılıyor. Haksızlık, hukuksuzluk diz boyu; yozlaşma ahlaki bir sorun olarak görünmüyor. AKP’nin teklifi oligarşi ittifakı. Muhtemelen dışarda sertleşip içerde yumuşayarak bu süreci atlatmayı düşünüyor. Tedirginliğin temel noktası AKP’nin kaybetmesinin ötesinde kaybeden bir AKP ile muhalefet dinamiklerinin gelecek siyasetinde nasıl bir ilişki kuracağı.
Toplum 2024 seçimlerinde yaptığı tercihlerle politikayı ve politika yapıcıları bir kez daha bir diyalog denklemi kurmaya davet etti. Bu diyalog denkleminde ya iktidar muhalefeti bir kez daha gün ortası yeni oyunlarla kandırarak yarattığı ağır maliyete ortak edecek, ki bu durumda gemi su almaya devam eder, ya da muhalefet dinamikleri iktidarın oyunlarına gelmeden, dahası onu zayıflatarak gemiyi kurtaracak. Bu riskleri görmüyorlar mı sanıyorsunuz diyenler olabilir. Evet göremeyebilirler. Çünkü daha önceki seçim zaferlerini pas geçenler bunu da çarçur edebilir.
Umudun ve diyaloğun manipülasyonu mümkün mü?
Önceki deneyimlerin öğrettiklerinden hareketle kamuoyunda Özel- Erdoğan görüşmesine yönelik çok net bir temkinli duruş var. Yazılan yazılar, yapılan uyarılar bunun en somut göstergesi. Temkinli duruştan kaynaklı görüşmeye dair haklı olarak çok şey söylendi, söylenmeye devam edecek. Görüşme her ne kadar boş koltuk simgesine sıkıştırılmış olsa da o kadar basit göndermeler üzerinden tartışılmamalı. Mesela Özel- Erdoğan görüşmesi nerden çıktı gibi sade bir soru sorabiliriz. Bu görüşmenin arka planında yukarıda ifade ettiğimiz gibi bir toplumsal zorunluluk mu var yoksa başka bir motivasyon mu? Geminin kurtarılması konusunda nasıl bir yol izlenecek? Soruları çoğaltalım. Seçimlerin birinci partisi neden ikinci partiyi ziyaret eder? Siyasetsizliğin yeniden icadı mı? Devlet içinde iş bölümü mü yapılıyor? Hangi menfaatler üzerinden uzlaşıldı? Düne kadar CHP’yi yerle bir eden iktidar cenahı ne oldu da Özel’i övmeye başladı? Peki ortak düşman kim? Kürtler açısından en can alıcı soru ise şu: Kürt meselesi yumuşamanın neresinde?
Kamuoyuna detaylarının açıklanmadığı bu görüşme sonucunda CHP’nin genel başkanının kötü bir sınav verdiğini herkesten önce kendi cenahındaki açıklama ve itirazlardan anlıyoruz. Özel’in ülkeyi normalleştirme motivasyonu ile Erdoğan’ın motivasyonu elbette birbirinden farklı olabilir, olmalıdır da. Kamuoyunda toplumu derinden etkileyen sorunların konuşulacağı beklentisi varken görüşme sonrası doyurucu bir açıklamanın yapılmaması hem Özel’in Baykal’a benzetilmesine hem de görüşmelerin içeriğine yönelik şüpheleri arttırdı. AKP gizemli havaları sever; ancak toplumun gizemli havalara değil hakikate ve dürüstlüğe ihtiyacı var. Eğer en kısa zamanda kamuoyuna yakın zamanda doyurucu bir cevap verilmezse en hafif zararla söylersek; Özel’e yapıştırılan Baykal etiketi kalıcı hale gelir, yapılan görüşmeler ise tarihe ikinci istikşafi görüşmeleri olarak geçer.
Evet siyasetin diyaloğa ihtiyacı var. Ama nasıl bir diyalog? Diyalog süreçleri şeffaf olmalı; toplum bu süreçlerin ortağı olmalı. İlkesel olarak doğru olanın ileri etkileri ön görülerek diyalog sürmeli. Süreç yeniden kurgulanırken egemenlik, hegemonya, hiyerarşi gibi asimetrik güç ilişkilerinin dağılımında adil olmayan iktidar bir kez daha belirleyici olmamalı. Talep çok net. AKP diyaloğu ve umudu manipüle etme şöhretine sahip bir geleneğin temsilcisi. Umut ve diyalog bir kez daha manipüle edilirse işte o zaman herkes kaybeder.
Sonuç olarak, temkinli olma konusunda belki biraz daha özgüvenli davranmak gerekiyor. Temkinli duruş biçimlerini üretmek kalıcı zaferin ön koşulu olabilir. Ancak temkinli olma halinin ürettiği risk umudun örgütlenmesini zorlaştırmamalı, kazanımlara zarar vermemeli, karamsarlığı yeniden yaymamalıdır. İmkansız gibi görülebilir ama gevşekliğe mahal vermeden hem umudu korumanın yolları bulunabilir hem de gerçekle iç içe ve yüz yüze yaşanabilir.