2016 yılının son günlerinde kaleme aldığımız “2017: ‘Demokratörlük’ döneminin başlangıcı mı?” başlıklı bir makalede soruyu yanıtlamaya çalışmış, bazı tahminlerde bulunmuştuk. Aradan geçen iki yıldan sonra geriye baktığımızda, olasılıkların kötü gerçeklere dönüştüklerini tespit etmek zorundayız. Hâlbuki her yıl sonunda yeni yıla umutlarla bakıyor, daha iyi ve daha güzel günler dilekleriyle avunuyorduk. Daha yeni yılın ilk günlerinde yeninin eskisinden daha kanlı olacağını görmemize rağmen, bu ritüeli her yılsonunda tekrarlıyor, umutlanıyoruz.
Albert Einstein’ın “hep aynı şeyi tekrarlayıp, farklı bir sonuç beklemek deliliğin tanımıdır” dediği iddia edilir. Söylemedi diyenler de var. Biz söylediğini varsayalım: Her yıl sonunda, daha kötüsüne hazırlanmamızın gerekli olduğunu bilmemize rağmen, yeni yılın geride bırakacağımızdan daha iyi olacağını beklemek, delilik olmasa da, en azından şizofrenik bir durum değil midir?
Emperyalist-kapitalist dünya düzeni 1989/1990 karşı devriminden bu yana daha da vahşileşirken, hâlâ umutlanabilmek… Milyonlarca insanın yaşamına mal olan savaşlar daha da yayılır, geldiğimiz coğrafya ve niceleri kan denizine dönüşürken… Geldiğimiz ülkede kötülüğün hükümdarlığı sürer, acılarımız taze, yaşadığımız Avrupa’da refahını kaybetmekten tavşan misali korkan çoğunluk toplumları ırkçı-faşist partileri iktidara taşırlarken, hâlâ umutlanabilmek tuhaf bir ruh hâli değil de, nedir ki?
Öyle değil işte, hem de hiç değil! Umutlu olmak için binlerce, yüz binlerce değil, yüz milyonlarca, milyarlarca neden var. Karanlığın üstümüze geldiği, kanımızı ve iliğimizi sömürmek isteyenlerin güçlendiği, prangaların bileklerimizi kestiği bu esaret günlerinde umudunu kaybetmek, ihanettir. Mücadele edenlere, mücadelede düşenlere, işkence altında ser verip, sır vermeyenlere, kardeşlerimize ve yoldaşlarımıza, insanlığa ve geleceğimize ihanettir!
Umudunu yitirmek, teslimiyettir! Yarattığımız tüm değerlere el koyan, ufacık bir azınlığın çıkarları uğruna insanı insana düşman ettiren, yaşamı zindana, dünyayı cehenneme dönüştüren koşullara teslim olmaktır. Ve kabullenmektir – dünyanın değiştirilemeyeceğini. Hâlbuki hâlâ geçerlidir: kaybedeceğimiz sadece zincirlerimizdir, kazanacağımız ise koskoca bir ‘Güneşli Dünya! Davası’ uğruna serini feda etmeye hazır tek bir yoldaşımız yanımızda olduktan sonra, umut yiter mi?
Şairin dediği gibi, “Kaçmak kolay olurdu / Kaçacak yer olsa / Unutmak kolay olurdu / Unutulan aşk olmasa / Yaşamak kolay olurdu / Ayrılık olmasa / Ölmek kolay olurdu / Umut olmasa”.
Umut direnmektir, haklı davada ısrardır. Umut egemenlerin korkusudur, çünkü savaşsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı müjdeler. Umut esir alınamaz, engel tanımaz. Umuda kelepçe takılabilir mi hiç? Umut doğurgandır, anaçtır, yaratıcıdır. Henüz var olmayanı canlandırır, öfkeyi örgütler, bilinçlenmenin yolunu açar. Umut olmasaydı insanda, değişir miydi dünyanın çehresi hiç?
Kolay değildir umutlanmak, umut etmek. Mücadeleye hazır olmayı gerekli kılar. Ama siz siz olun, kolay yolu seçmeyin. Umutlanın. Özgürlüğün geleceği günler için – yeni yılda umudunuz kaybolmasın!