Ekoloji mücadelesi, bugün artık hem ülkemiz açısından hem de dünya ölçeğinde gelişip, ete kemiğe bürünmektedir. 1960’lar ile birlikte nükleer karşıtı gelişen çevre mücadelesi güncel itibariyle endüstriyalizmin teknolojik ilerlemesiyle beraber, bunun sermaye-iktidar birlikteliği ile tahakkümün kendisini doğa-insan üzerinde daha çok keskinleştirmesiyle bugün evrensel anlamda iklim krizinden, gıda krizine, su krizine kadar bütünsel anlamda ekolojik bir krizi derinleştirdiği açıktır. Fakat bu sonuçlar üzerinden Kapitalist Modernite’nin ifşasını da hızlandırmaktadır, insan yaşamını artık tehdit edici boyutlarda görülmesiyle yaşanan tüm sorunsallıkların altında sistemin olduğu hakikatini doğrulamaktadır. Ve mesele buyken gelişen ekoloji mücadelesinin tüm yönleriyle sistemik bir programa ihtiyacı olduğu açıktır. En çok da gelişen sermaye oyunlarına karşılık olması ve kapitalizmin sıkıştığı her anda sığındığı maskeleri görmek açısından ön açıcı olacaktır. Ekoloji mücadelesinin bu anlamda bunları görüp yeni bir zihniyet yaratmasından, alternatiflerin yaratılmasına kadar bir amaç güdülmesi elzemdir.
Bugün en çok da bu oyunlar üzerine biraz konuşursak, enerjinin ihtiyaç olduğu yalanıyla kurulan termik santrallerden barajlara karşıtlık temelinde ele alınca ekoloji mücadelesi, havadaki nem oranı değiştirmesinden, havayı kirleticiliğine ve bütünüyle iklim krizine sebep olduğu açısından reddini savunmaktadır. Fakat bu anlamda çeşitli alternatiflerden bahsedince de, bugün bunu gören kapitalizmin alternatif olacak yenilenebilir enerji meselesinden ele alıp bunu da sermaye tekeline koyarak, bir anlamda da temiz enerji diye yutturup kurulumlarını hızlandırmakta ve bir anlamda bunu da silah olarak kullanabilmektedir.
Yine su meselesine gelirsek, bugün artık ekoloji mücadelesinin bunu bugünden görüp gelecekte halklar üzerinde tamamen politik anlamda da silah olarak kullanılabileceğini görmesi gerekmektedir. Bugün ülkemizi ihtiyaç var diyerek barajlar ülkesine çeviren sermaye-iktidar ikilisi, termik santraller için Muğla İkizköy’de aylardır insanları susuz bırakabilmektedir. Ve yine ülkemizde Suriye’de gelişen siyasi duruma karşılık bugün suyunu Türkiye’den alan birçok kent susuz bırakılmakta ve öyle ki bu şekilde bir politik silah olarak kullanıldığı açıktır.
Ve gıda krizi; bir anlamda sorun endüstriyel tarım iken, bugün yine aynı sermaye köylere kadar inmekte, bir taraftan tohum satmakta, öte taraftan ilaç satmaktadır. Yine aynı sermaye hormonlu olmadığını, organik olduğunu iddia eden çeşitli sebze, meyveleri, deterjana kadar kendi alışveriş merkezlerinde fahiş fiyata satmakta iken, bir anlamda organik ürün arayan elitist bir kesimi de yaratmış olmaktayken, sağlıklı gıda tükettiği tatminini oluşturmaktadır. Öyleki salgın sürecinde öz güce dayalı kapanan kooperatiflerin yanında sermayenin el birliğiyle yarattığı kooperatifler hâlâ ayaktadır.
Yine kentleşme meselesi noktasında meselenin betonlaşmadan, sosyolojik sonuçlarına kadar tartışılması gerekmektedir. Kentsel dönüşüm adı altında talan artık köylere kadar ulaşmakta iken, ihtiyaç mı değil mi, ya da nasıl bir kentleşme ve yapılaşmanın sağlanacağı, alanların neresi olması gerektiğine kadar bir durumun değerlendirilmesi, sonuçların ortaya konulması gerekmektedir.
Bunlar bir anlamda sadece birkaç başlık iken eğer sistemleştirilmiş uzun soluklu bir mücadele yaratılmak amaçlanıyorsa, bugün tüm karşı koyuşlar ve reddediş noktalarından başlanmalı ve özünde ise sorulması gereken “kim için, niçin” sorularını barındıracak tutum belgelerine ihtiyaç vardır. Ve doğrusu bu anlamda bu gibi sonuçlar üzerinden ekoloji mücadelesinin savunma manifestosu olabilecekken, yeni yaşamın zihniyet tahayyülünün sağlanması olacaktır.
Ve bir tutum meselesinden bahsetmişken, önümüzde güncel anlamda iktidar-sermayenin yarattığı tahakkümün sonucu yargı meselesi var. Meseleye gelirsek; diğer sene gençlerin Hasankeyf’i savunmak adına, alana gidip çadır kurmalarına izin vermeyen güvenlik güçleri; gençlere izin vermemiş, gözaltına almış ve yetmemiş olacak ki iddianameler hazırlatıp, bu hafta yargılamalarına başlayacaktır. Hal buyken ekoloji mücadelesinin haklılığından, meşru zeminde hareketine kadar bu dava bir savunma manifestosu anlamında bir ilk olabilir. Durum bu kadar açıkken, gelişecek itirazdan, konumlandırmaya kadar büyük bir sahipleniş gerektirmektedir.
Ve yaratılan bu karanlık çağda, yine aydınlığı yaratacak olan kendi ellerimiz olduğunu hatırlatmak adına, Nazım Hikmet’ten dizelerle tamamlarsak;
“Ve güneş doğarken hiç umut yok mu?
Umut umut umut
Umut insanda…”