Cumhuriyetin yüzyıllık pratiği AKP’nin de üçüncü dönem kayyım darbesi, geçen hafta İstanbul Esenyurt’tan sonra bu hafta da Mardin Büyükşehir, Batman ve Halfeti ilçelerinin gaspı ile devam etti.
Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Umumi Müfettişlerle halkın yönetime katılma hakkı engellenmiştir. Umumi Müfettişlerden Sıkıyönetim ve darbelere, darbelerden OHAL yönetimlerine, OHAL yönetimlerinden kayyım darbelerine kadar bütün süreçlerin tamamında halkın kendi hakkında karar verme iradesine yönelik saldırı söz konusudur. Bu saldırıların temelinde de Kürt halkının yönetme hakkının engellemesi amaçlanmıştır.
Kürt halkı, 1918-1923 yılları arasında gerçekleştirilmeyen vaatlerle oyalandırıldı. Bu vaatler için Anadolu’yu örgütlemede rol aldı, cephelerde savaştı. Ancak Kürtler hilelerle ve yalan vaatlerle Lozan heyetinin dışında bırakıldı. Lozan Anlaşması’ndan sonra ülkenin tapusunu alan kurucu irade; bırakın Kürtlerin muhtariyetlerle kendi kendini yönetme hakkını tanımak yerine, Kürtlerin varlığını inkar ettiler.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kürtlerin itirazları ülkenin tekçilik üzerine inşa edilen idari biçiminedir. Kürtler; bu coğrafyada eşit, özgür ve demokratik bir yaşam hakkını talep ettiler. Bunun için de bireysel ve kolektif kültürünü, coğrafyasını kendi değerleriyle ve kendi dilleriyle yönetme mücadelesinde verdiler.
Tekçilik üzerine inşa edilen devlet, Kürtlerin kendini yönetme iradesini hiçbir zaman tanımak istemedi. 1925 Şeyh Sait başkaldırısından sonra sıkıyönetim uygulaması 1927’ye kadar uzatıldı. 16 Temmuz 1927’de Umumi Müfettişlikler kuruldu. Kürtlerin inkarı üzerine inşa edilen yeni cumhuriyet 1952 yılına kadar özellikle Kürt coğrafyasını Umumi Müfettişlerle yönetti. Kürtlerin kendi kaderleri hakkında söz kurmasını engelledi. Umumi Müfettişliği kaldıran Menderes hükümeti 1958 yılında Irak’taki Kürtler lehine otonom sözü verilmesiyle Türkiye’deki Kürtlere yönelik baskıları artırdı. 1960 yılında başlayan darbeler serisiyle 1980 darbesine kadar Türkiye’de Kürtler adına bütün gelişmelere askeri tedbirlerle ve sıkıyönetim mahkemeleriyle baskıda bulunuldu, Kürt gençlerine ağır cezalar verildi.
1970’lerde Bülent Ecevit, Kürtlerin değil ‘doğunun sorunlarını çözeceğini’ söyledi ve Kürt coğrafyasını ‘ihmal edilmiş bölge’ şeklinde tanımladı ama hiçbir pratiği olmadı. 1987’de de Özal; Kürt coğrafyasını ‘kalkınmada öncelikli bölge’ formülüyle Kürt meselesine ekonomik temelde yaklaştı. Oysa Kürtlerin mücadelesi demokratik zeminde kimliğiyle eşit ve özgür olarak yaşamak içindi. Bunun için de bütün demokratik yol ve yöntemleri her türlü bedele rağmen denediler, pratikleştirdiler.
Kürtler demokratik siyasetin bütün yollarını zorlayıp parlamentoya girdiler. Devlet Kürtlerin Meclis’te temsil edilmesine, Kürtlerin Kürtçe ile yüklesen seslerini duymaya tahammül edemedi. Kürt parlamenterler hukuksuzca Meclis’te gözaltına alınıp uzun yıllar rehin alındılar. Kürtler mücadeleden yine vazgeçmedi. Kürt iradesi ve Kürt kimliğiyle yerel yönetimler yoluyla demokratik, eşit ve özgür yaşamı inşa etmeye 1978 Hilvan ile başlamışlarsa da kitlesel olarak 1999’dan sonra Kürt iradesi ve bilinciyle yerel yönetimleri kazandılar.
Kürtlerin kendi kendini yönetme iradesi ve kararlılığının karşısında tekçi ve milliyetçi devlet aklı da Kürt iradesini tanımamaya devam ediyordu. Bu sefer devlet adına görev sırası milliyetçiliğin yanında İslamcı sosla süslenmiş AKP-MHP iktidarıyla Erdoğan’ın tek adam rejimindeydi. Önce hukuki olarak belediyeleri işlevsiz bıraktılar, sonra da hukuken ve fiilen Kürtlerin belediyelerine çöktüler. AKP- MHP iktidarı kayyım pratikleriyle Kürtlerin iradesini gasp ederken bir yandan da Kürt coğrafyasını talan etti, yağmaladı, yandaşlarına peşkeş çekti. Kadınların ürettikleri ve geliştirip, kendilerini korudukları yaşam alanlarını yok etti.
AKP-MHP’nin 3. Kayyım dönemiyle KHK’lerle mazbataları gasp edilen belediyelerle yaklaşık 160 belediyeye kayyım atandı. Halkın iradesi gasp edildi. Ancak kayyım gaspları ile saldırıya uğrayan Mardin, Halfeti, Batman ve Esenyurt kentlerine baktığımızda devlet bu sefer farklı kimliklerin bir arada yaşama iradesine yönelik bir saldırıda bulunmuştur. AKP ve MHP’de somutlaşan devlet aklı; halkların bir arada yaşama iradesinden korkmaktadır. Çünkü halklar bir arada yaşama kararı verirlerse tekçilik deli gömleğini giydirecek bir toplum bulamayacaklar ve tekçilik üzerine inşa edilmiş olan iktidarları çökecektir. O nedenle kayyım atanan kentler rastgele belirlenmiş kentler değildir.
Mardin; Kürtler, Araplar, Süryaniler, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Êzidîlerin bir arada yaşadığı çok kimlikli bir kent. Bu kent her kimliğin sözünü kurabildiği bir yönetim anlayışıyla birlikte barış içinde yaşamaktadır. Bu nedenledir ki kayyım saldırısına karşı Ahmet Türk üçüncü seferdir tekrar seçilmektedir. Halfeti; Kürtler, Türkmenler, Arapların bir arada yaşadığı bir kent. Belediye Eş Başkanı Mehmet Karayılan bir Türkmen. Halfeti’de de ortak yaşam iradesinde barış içinde yaşadıkları için 31 Mart seçim sonuçları hukuksuzca iptal edilmesine rağmen 2 Haziran’da kent daha büyük bir kararlılıkla ortak, eşit ve demokratik bir Halfeti için Mehmet Karayılan’ı eş başkanlığına seçti. Sistemin Halfeti’ye olan bir başka tahammülsüzlüğü ise Halfeti’nin sayın Öcalan’ın memleketi olmasıdır. O nedenle seçim sonuçlarını hukuksuzca iptal etti, yetmeyince kayyım atadı. Esenyurt; kent uzlaşısıyla kentin bütün dinamiklerin bir arada yaşama kararlılığı Ahmet Özer’de somutlaştı. Batman’da alınan intikam Edip Solmaz’ın başlattığı halkçı belediyenin toplumsallaşmasının tohumlarının yeşermesinin intikamıdır. Seçimde sistemin bütün aygıtlarıyla, yerel işbirlikçileriyle Batman’a saldırmasına rağmen Gülistan Sönük öncülüğündeki Kürt kadın hareketi Edip Solmaz’ın mirasını ayakta tuttu.
Umumi Müfettişlerle Kürtlerin yönetme iradesini tanımayarak Kürtleri izole eden, tecrit eden tekçi devlet aklı Kürtlerin demokratik zeminde eşit, özgür yaşama kararlılığını yok edemedi. Kürtler kendilerine dayatılan yalnızlaşmayı ve tecridi kırarak yaşadıkları kentlerde tüm farklılıklarıyla eşit, özgür ve ortak yaşamı inşa ettiler. Kürtler bu deneyimlerini kent uzlaşıları yöntemleriyle Türkiye sahasına da taşıdılar. Tahammülsüzlük bunadır. Bundan kurtulmak da ortak mücadele ile mümkündür.