Günümüz dünyasında insanlığın büyük bir umutsuzluk girdabı içinde her gün ve yaygın biçimde bir intihar eğilimiyle yaşaması durumun vehametini ciddiyetle ele alınmasını zaruri kılıyor. İnsanlığın bu halet-i ruhiyesi geleceğe dair umut-umutsuzluk ikileminde dengeyi sürekli umutsuzluğun lehine kırarak her geçen gün biraz daha tekinsiz bir mecraya doğru sürüklüyor.
Umutsuzluk
Umutsuzluk yaygın bir tepkime biçimi olarak insanların hayatına nüfuz ederken, nostaljik eyleyişler çekici bir ıstırap hali olarak ruhlar ve duygular dünyasında kendine daha çok yer bulmaya başlıyor. Gerçeklikle olan bağları zayıflatan bu durumun kendisi çocukluk anılarından geriye kalan masallarımızdaki bilge ve erdemli kahramanlardan mülhem bir kurtuluş ontolojisini mukim kılıyor.
Umutsuzluk temas ettiği her duyguyu amorf bir biçime sokarken, kapitalist modernite tarafından üretilen popüler tüketim idolleri kitleler tarafından alıcısı olan yığınsal bir reflekse dönüşüyor. Zamanın hızı, kiri ve karmaşası karşısında kendine bir tutamak arayan Homo Sapiens’in çabası bir ömür törpüsüne dönüşerek tarihsel hafızası ve kimliği dumura uğruyor. Homo Sapiens’in zamanda ve uzamda ortaya çıkan bu bireyselleşme hali toplumsal varlığını yadsıyan büyük bir tasasızlık hummasına metastaz yapıyor.
Tasasızlık humması
Yeni bir zaman ve uzam algısı olarak karşımıza çıkan bu tasasızlık humması her geçen gün toplumsal hayatın içerisinde bir veba olarak yaygınlaşıyor ve derinlik kazanıyor. Ortak değerler yerine kendi bireysel yasasının mutlak aktörü gibi davranıp etrafına çizilen çemberin içinde gönüllü kiracı olan Homo Sapiens’in dışarıda bıraktığı ilk şey yaşamına iradi müdahalesi oluyor. İrade sahibi bir birey olamama vasfıyla çemberin içinde ama dışıyla izole bir mecrada kendi diyalektiğine tükürüyor.
İradi ve etkin bir birey yitimi ufukta bütün haşmetiyle boy gösterirken “yeni değerlerin kodları” normatif bir karakter kazanıyor. Artık sahne kaçınılmaz olarak algı yönetiminin büyük oyununda cereyan eden büyük bir iktidar savaşına neşet ediyor. “Sapiens’in Sapiens’e karşı” her saniyesi algı operasyonlarıyla dolu arttırılmış gerçeklik duygusu her yere ikame ediliyor.
Sapiens’in mukadderatı
Algısal dezenformasyon öyle olsa da, olgusal bağlamda toplumsal mücadele alanı silikleşerek geleceğe dair umut duygusu da uzak bir araya dönüşüveriyor. Bu kopuş zamanla çağın yeni hastalığı olarak kendini yeniden ve yeniden üreten bir nüks halini mukadderat zaviyesine sabitliyor. Zamanla toplumsal bir nevruz haline dönüşen bu etkin ve iradi olamama ahvali Sapiens’in umut etme ve hayal kurma yetisini tamamıyla elinden alıyor. Böylesi bir bölünme ve parçalanma hali yaşayan Sapiens’ler ister bilinçli ister bilinçsizce olsun umuttan, hak aramaktan, adaletten ve merhametten uzaklaşarak atomize bir yaşantıya rıza üretiyorlar. Zamanla umutsuz ve erdemsiz olmanın hikayesi büyük yabancılaşmanın altyapısını döşüyor. Bu yabancılaşma merhalesi Sapiens’in içinde olduğu bunalımın ne kadar derin olduğu gerçeğini karşımıza çıkarıyor.
Bu umutsuzluk hali yığınsal bir veba gibi yayılırken, hiç şüphesiz bundan olumsuz anlamda en çok etkilenen alan toplumsal mücadele alanı oluyor. Oysa insan verdiği toplumsal mücadelenin sonunda ancak kendi tarihinin öznesi olabiliyor.
Çünkü kendi tarihinin öznesi olan insan ancak bu evrende kendi soyuna dair bir izdüşüm bırakabilen insandır. Ancak bu bağlamda umut edebilen insan erdeme, bilgeliğe ve adalete temas edebilir. Çünkü beşeri varoluş hakikati hayatta kalmanın yanı sıra her zaman erdeme ulaşma umuduyla da alakalı bir durumdur. Bu temel dürtü insanın varoluşsal halinin hem ilk etkin halidir hem de evrensel döngünün hakikatine dair ilk tarihsel olgudur.
Umudu dürtmek
Umut, Sapiens’in etkin ve iradi bir varlık olarak düşünmeye başlayıp geleceği tasarlama halinin en yaratıcı biçimi olarak milyonlarca yıllık evriminin ortaya çıkardığı en güçlü duygulardan birisidir. Varlığın ilk evresinden itibaren Sapiens her zaman kesintisiz bir biçimde umut etme çabası içinde olmuş ve bütün zorluklara rağmen bu bağlamda dinamik bir mücadele vermiştir.
Böylece Sapiens’in hayal etme hali ve buna dair mücadelesi beraberinde umut, erdem ve yeni ütopyalar ortaya çıkarmıştır. Buna göre Sapiens’in her varlık anı umut etme anıdır ve o an varlık mücadelesiyle iç içe gelişen varoluşsal bir döngüdür. Her ne kadar yaşadıklarımız umut ettiklerimizden daha acıda olsa, bu böyledir. Ne yazık ki acı ve umudun iç içe yaşadığı yerlerden biri de üzerinde yaşadığımız topraklardır. Yaşadığımız topraklar sürekli trajik hikayelerin ve kederli ninnilerin arşı alayı inlettiği büyük bir koroya ev sahipliği yaptı. Hep birinin diğerini hırpaladığı ve sık aralıklarla tekrarlanan kanlı seremonilere yakın dönemde de tanıklık ettik. Bir önceki yüz yıllın yıkım ve savaşları gibi dehşetli olmasa da hep yeni toplu yıkımların ve etnik kıyımların korkusuyla yaşıyoruz. Böylesine korkunç bir yola geçit vermemek, umudu öldüren bütün levhaları bir bir söküp atmanın yolu umuda olan inançla mümkündür. Bu umudu büyütmek ancak umudun umuduyla, dirençle ve inançla büyük bir barikata dönüşebilir. Bu barikatın arkasında cesaretle durabilmek geleceğe dair yeni bir umudun ve barışa giden yolun kapılarını aralayacak yegane seçenek olarak bizi göreve vaaz ediyor. Üzerinde yaşadığımız toprakların kanla ve acıyla hemhal hali “Barışa giden yol yoktur, barışın kendisi bir yoldur” düsturunu umut eylememizi yaşamsal bir buyruk olarak önümüze koyuyor.
Yaşadığımız onca korkunç acıların, yıkımların ve dehşetin tekrar yaşanmaması için büyük bir ahlaki ve vicdani duruşa hepimizin\herkesin son derece ihtiyacı olduğu aşikar. Bu duruş karanlığa karşı umudun duruşudur. Yarınların ışıklı kapılarını bugünden açmak için yüce bilgelerin ve erdeme erenlerin umutlarına şirk koşmak için önce umutsuzluğu yatıştırmanın ve umudu dürtmenin fevkinde olmak su kadar, hava kadar yaşamsal bir ihtiyaçtır. Lakin ışık umudu, umut ışığı uyandırır. Çünkü zaviye Jean-Paul Sartre’ın “Umutsuzluk; insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur, umutsuzluk manevi bir intihardır” demesi kadar son derece önemlidir. Meselenin esas özü bu kadar basittir: Umudu dürt umutsuzluğu yatıştır!
*Edip Cansever