9 Ekim devletlerarası komplo, salt Kürtlere ve Öcalan’a karşı gerçekleşen bir komplo değildir. Bunun altını çizmek lazım. Bugün Ortadoğu’da yaşanan kaosa baktığımızda bunun böyle olduğu daha iyi görülmektedir. Komplodan çok önce bugünkü gelişmeleri öngörür ve uyarılar yapar. Ancak uyarılanlar kibirlidir, dikkate alma gereğini bile duymazlar. Öcalan’ın mektupla uyardıklarından biri Saddam Hüseyin’dir. Ancak O İslam ve Arap lideri olma hayalleri kurmaktadır. Saddam’ın akıbeti bilinmektedir ve darağacında idam edilir. Benzeri uyarıyı Hafiz Esad’a yapar Öcalan. Bugün Suriye’nin durumu da ortada.
Gerek Saddam gerekse Esad kibirli davranmayıp halkların gasp edilen haklarını iade edip demokratik düzlemde buluşabilselerdi, şimdi farklı ve daha özgür yaşıyor olabilirdik. Demokratikleşmede başta Kürtler olmak üzere halkların, inanç topluluklarının desteğini almış olunurdu. Dolaysıyla dış saldırılara karşı bu ülkeler dayanak kazanır ve müdahale çabaları olsa da başarı şansları çok zayıf olacağından savuşturulmaları kolaylaşmış olurdu.
Bu hayalleri bugün de kuranlar vardır. Bu yönüyle zaman biraz Birinci Dünya Savaşı koşullarıyla benzerlikler taşıyor. Birinci Dünya Savaşı koşullarında Osmanlı İmparatorluğu bölgeye hakimdir ve bir İslam imparatorluğudur. Büyük Turan ülkesini kurma hayallerini kuranlar vardır. O hayaller imparatorluğun çözülüp dağılmasıyla sonuçlanır. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar büyük Turan ülkesi hayalleri milyonlarca insanın ölümüne ve sakat kalmasına yol açtı. Üçüncü Dünya Savaşı bu yönüyle biraz buna çok benziyor. Benzeri hayalleri kuranlar vardır. Yeni Osmanlıcılık gibi hayaller, Kızıl Elma gibi hayal kuranlar az değildir. Onların sonu çözümsüzlüğü derinleştirmektedir. Bu hayalleri kurup ve çözümsüzlükte diretenlerin Birinci Dünya Savaşı’nın sonu gibi olmaktan kurtulma ihtimali yok gibidir.
Son Filistin-İsrail savaşı bir yılını geride bıraktı. Bu savaş İsrail-Filistin çelişkisi veya savaşı gibi yansıyor olsa da iki-üç bin yıl öncesine dayanan Yahudi-Ortadoğu sorunsalıdır. Bunun kökleri Yukarı Mezopotamya’ya kadar uzanmaktadır. Bölgenin tarihsel oluşum diyalektiği gözetilmeden başta Filistin-İsrail sorunu olmak üzere hiçbir sorun çözülemez ve bölge dış müdahaleye, emperyalist saldırı ve sömürüye açık olmayı sürdürecektir. Dolaysıyla başta Filistin-İsrail çelişkisi olmak üzere bölge problemlerini çözmenin yumağı, odağı olan Kürdistan sorunsalını çözmekle doğrudan bağlantılıdır. O aşılma sürecine konulmadan Ortadoğu tuzağı veya kapanı aşılamaz. Tarihsel diyalektik ve çözümleme gidişatın böyle olduğunun altını defalarca çizmiştir. Tabii ki anlayana. Öcalan bunu anladığı ve çözmek için hamleler yaptığı için devletlerarası komployla muhatap oldu.
Egemen ve sömürücülerin çıkarı çözümsüzlükte, Öcalan ise çözümü zorladığı için komploya muhatap kalmış ve yirmi altı yıldır tutsak, ağır tecrit ve iletişimsizlik altında, bir ada hapishanesinde tutulmaktadır.
‘Gerekirse önümü bir duvara çevirir bin yıl yaşarım’ demiştir Öcalan
Komplonun başını ABD çekiyordu. Dönemin ABD Başkanı Clinton bizzat komplonun liderliğini yapıyordu. Daha yeni açıklama yapan zamanın İtalya Başbakanı Massimo D’Alema, “Clinton’un benimle yaptığı telefon görüşmesinde Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmemi istedi” diyor. Komplonun başlangıcı olan 9 Ekim’in 26. yıldönümünde yapılan bu açıklama başta Özgülük Hareketi olmak üzere bölge demokrasisi ve özgürlük istemlerine yapılan saldırıların niteliğini açığa çıkarmaktadır. Bölgenin kriz ve kaosunu açıklayan önemli bir done olmaktadır. Yine Öcalan’a yapılan saldırının kapsam ve çapını ortaya koymaktadır. 43 aydır Öcalan ve ada hapishanesinde kalan üç kişiden haber alınamamasının nedenini çarpıcı anlatmaktadır.
Komplo 26 yılı bitirdi, 27. yılına girildi. Ağır tecrit ve iletişimsizlik Öcalan’ı unutturmak içindir. Ancak Öcalan en ağır tecrit koşullarında direniyor. Direnişi manevi, düşünsel, fiziksel bütün boyutlarıyla ortaya koyuyor. Ancak bunu büyük amaçları olanlar gerçekleştirebilirler.
Bu direniş durumunu bir anımla açıklamaya çalışayım: Roma’da Öcalan’la birlikte iken, başta Öcalan olmak üzere hepimizde komplonun Ankara’da sonuçlanma ihtimalinin güçlü olduğu düşüncesi egemendi. Bir gün Öcalan’la sürece ilişkin sohbet ederken ben, Öcalan’a sohbetin bağlamı içinde başta halkımız olmak üzere hepimizin onun başta düşünceleri, çözümlemeleri, yaşamı gibi her şeyine ihtiyacımızın olduğunu, bunun stratejik olduğunun altını çizdikten sonra, onlar olmasa bile fiziksel varlığının birliği ve mücadeleyi sürdürmede çok hayati olduğunu belirttim. Buna karşı Öcalan, farkındayım anlamına gelen şekilde gülümsedi ve başını salladı. Yani düşüncemi onayladı.
26 yıldır Öcalan ağır tecrit altında tutuluyor. Son 43 aydır da dış dünya ile bütün iletişimi sıfırlamış durumdadır. Ancak Öcalan direniyor, onunla birlikte Kürtler direniyor. Öcalan fiziksel olarak buna nasıl dayanıyor? Kimi görüşme notlarında gerekli olursa yönümü bir duvara çevirir, bin yıl da dayanırım derdi. Roma’daki anımı o yüzden anlattım. Öcalan komplo sürecinde, esir düşmeden önce her şeye kendisini hazır hale getirmişti. O halkı için, halklar için direniyor ve yaşıyor.
“Gerekirse önümü bir duvara döner, bin yıl yaşarım” demiştir Öcalan. Neden? Fiziksel yaşamının başta Kürt halkı olmak üzere insanlığa tarihsel varlığın diyalektiğinin öneminden dolayı bunu bilir ve buna inanır Öcalan. Bunu bilmek ve anlamak lazım. Öcalan unutturulamaz ve yok edilemez. Öcalan’ın unutturulması başta Kürtler olmak üzere tarihsel demokratik varlığın yok edilmesiyle olasıdır. Bu da mümkün değildir. Bunun altını çizmek lazım.
Kürtler için Öcalan adeta bir kurum gibidir
Bir de şunu sormak lazım. Kürtler niye Öcalan’a sahip çıkıyorlar? Öcalan niçin önemlidir? Bunu uzun anlatmaya gerek yok. Son yüz yıldır Kürtlük adına ne varsa, hepsi tasfiye edildi. Kürtleri temsil eden birey bile bırakılmadı. Bırakalım aşiret, kabile, aile biçiminde, ben Kürt’üm deyip temsil etme, Kürt vasfına haiz olan bireyler bile bırakılmadı ve tasfiye edildiler.
Öcalan’la yeni bir süreç başlıyor. Öcalan’la Kürtler kendi düşüncelerini oluşturuyor ve kurumsal yapılarını yeniden kuruyor. Öcalan bunun öncüsüdür ve merkezinde yer alıyor. Kürtler için Öcalan adeta bir kurum gibidir. Yani kendisini aşan bir kurumsal varlıktır. Bu gerçeğin altını özenle çizmek gerekir.
Komplonun 26. yılından 27. yılına girilirken demokrasi ve özgürlüğe daha yakın bir noktada bulunulmaktadır. Çünkü konjonktür buna çoktan müsait. Ve özgürlük akışı rüştünü ispatlamıştır. Olanakları ve fırsatları iyi değerlendirme kabiliyetini kazanmış ve kudretlidir. İyi görüyor. Bunun en sıcak örneği Kuzeydoğu Suriye’de ortaya çıkan gelişmelerdir. Dünyayla kurduğu bağlaşıklardır.
2022 yılında İran’da başlayan Jin Jiyan Azadî hareketi Hindistan’ın ortasına kadar yayıldı. Aryenik halkların tarihsel diyalektiği veya dinamiği harekete geçmiştir. Nihai sonucun başarısı bir zaman meselesidir. Bu dinamiğin odağında Öcalan’ın fikirlerinin olduğu tartışma götürmez hakikattir. Kürtler kısmen endişeli olmalıdır ama nihai başarıya da inanmalıdırlar. Çünkü sonucu belirleyenler direnenlerdir.
Öcalan özgürlüğü için odaklanmak lazım. 27 yıllık esaret için uzun bir dönem. O yüzden Roma’daki anımı anlattım. Ondan iyi ve çözümleyici sonuçlar çıkarmak için. Öcalan’ın özgürleşmesi Kürtlerin, halkların, inançların, kadınların, çocukların, yaşlıların özgürleşmesi demektir. Bu amaçla Öcalan’ın özgürlüğü için 13 Ekim’de Amed’de gerçekleştirilecek büyük mitinge güçlü katılmak gerekir. Hemen herkes kendisi ve çevresini katarak 13 Ekim Mitingi’ni özgürlük alanına çevirmeli.
“Umut en büyük zaferdir” der Öcalan. Zafer gelip geçebilir ama umut her daim vardır. Kürtlerin özgürlük umudu ve sevgisi eskiden çok daha güçlü, çok daha görkemli ve çok daha kudretlidir. Kudreti büyüterek Öcalan özgürleştirilir. Bunun için herkes 13 Ekim günü Amed’de olsun. Umudu büyütmek için!