Sınır, göç, iltica, mülteci, sığınmacı, göçmen, muhacir, umut yolculuğu… Bütün bu kavramlar insanlık tarihinde savaşların, felaketlerin yol açtığı yıkımlardan kendini korumak isteyen insanın yaşama tutunma çabası söz konusu olduğunda kullandığımız kavramlar oldu hep. İnsanlar, tarih boyunca çeşitli sebeplerle göç etmişlerdir. Doğal afetler, savaşlar ve bunlara bağlı açlık, kıtlık ve yoksulluk göç sebeplerinin başında gelmektedir. Savaş nedeniyle yerinden yurdundan olma, göçlerin en acımasız biçimi olarak yaşanır. Yaşamı altüst olan, varını yoğunu geride bırakanlar, göç yolcularında ve sığındıkları yerlerde her türden zorluklarla ve kötü muamelelere maruz kalırlar.
İşte günlerdir zulmü seyrediyoruz. Çaresizliği izliyoruz. Sonra alışıyoruz. İnsanlık suçları işleniyor. Biz izliyoruz. Statülerine göre kimine mülteci deniyor, göçmen, muhacir, yabancı ve sığınmacı deniyor. Duyarlık gösterip empati kurabilenleri tenzih ederek söylersek, sığındığı ülke vatandaşlarınca lanetlenip terörist deniyor, pislik deniyor, ırkçıların hedefi haline geliyor, dövülüyor linç ediliyor. Evini barkını terk edip can havliyla sınırlara dayanıyor, oradan oraya savrulup duruyorlar. Sığınabildikleri yerlerde kar-kış demeden yaşam mücadelesi veriyorlar. Derme çatma çadırlarda sıcak bir yuva özlemi çekiyorlar. Uluslararası ilişkilerde mülteciler bir tehdit ve yaptırım unsuru olarak da kullanıyor.
***
Yapılan araştırmalara göre halkın ezici bir çoğunluğu göçmenlerin ekonomiye zarar verdiği görüşünde. Diğer yandan göçmenler kötü şartlarda yaşadıklarını, günlük hayatta her gün ayrımcılıkla karşı karşıya kaldıklarını ifade ediyorlar. Bu ve benzeri sebepler yüzden daha iyi koşullar için Avrupa ülkelerine gitmek istediklerini belirtiyorlar. Türkiye’nin kapılarını açma kararından sonra mülteci ve sığınmacıların büyük bir kısmı Edirne’deki farklı noktalara ve Ege adalarına geçişin yapılabileceği kasabalara yöneldi. Yunanistan üzerinden Avrupa’nın değişik ülkelerine ulaşmayı umarken Yunanistan’ın oldukça sert engellemeleriyle karşılaştılar.
Göçmen kaçakçıları tarafından ceplerindeki son paraları alınarak açık denizlere salınıyor, boğulan çoluk çocuğun cansız bedenleri kıyılara vuruyor. Her gün ekranlarda görüyoruz. Sınırların açıldığını duyunca sınır kapılarına yönelenlerin yaşadıkları içler acısı. Kimi battaniyelere sarılıyor kimi ateşler yakıp ısınmaya çalışıyor. Sığınmacılar sınır kapılarında yaşlısı genci, çocukları ve bebeleriyle gecenin ayazında sınırı geçme hayallerine sığınıyorlar. Nehirin soğuk sularına dalıp karşı tarafa geçenler tampon bölgede jiletli teller ve gaz bombalarıyla karşılaşıyor. Dahası umuda yolculuk ölüm yolculuğuna dönüşüyor.
***
Türkiye imzaladığı uluslararası sözleşme gereği sadece Avrupa ülkesinden gelen göçmenlere mülteci statüsü vermiş ve bunlarla ilgili bir takım yükümlülükleri üstlenmiş. Buna karşılık Asya ve Afrika’dan gelen göçmenler koruyucu düzenlemelerin dışındadır. Bu durum Suriye ve Irak’tan gelen sığınmacıların karşı karşıya olduğu problemlerin barınma, iaşe ve güvenlik seviyesinin üzerinde giderek karmaşıklaşmasına yol açmaktadır. Son dönemlerde Türkiye’den batıya geçmek isteyen sığınmacı göçmenlerin yaşadığı dram bunun açık göstergesidir. Bilindiği ve defalarca ifade edildiği gibi,insanlığın bu dramı, çoğu zaman ülkelerarası anlaşmalarda, politik ve stratejik görüşmelerde matematiksel hesaplarla, satılabilir ve alınabilir bir eşya gibi kullanılan veriler haline geldi. Savaşa, yerinden edilmeye, yaşanan acılara neden olan gerçekler ise çoğunlukla bu hesapların dışında bırakıldı. Şurası unutulmamalıdır ki bütün bu yaşanan acıların müsebbibi savaştır, savaşı çıkaranlardır. Savaşlar sürdükçe bu alandaki acılar da son bulmayacaktır.