Sedat Peker’in videolu ifşaları ile ilgili gazetemize konuşan gazeteci Hakkı Özdal: Türkiye zaten uluslararası bir gerilimin içinde, Sedat Peker, Türkiye’yi bu gerilimin içine sokmadı. Ama Sedat Peker bir ara eleman olarak rol alıyor. Peker, ‘Beni bu düzeyde kullandınız’ diye bir kart açıyor
Hüseyin K. Akçadağ
Bu defa Mercedes kamyona çarpmadı. Sedat Peker, devletin bir kanadına çarptı. Peker, devletin bir parçasıydı, ne olduysa koptu. Peker’in itiraflarının yarattığı sarsıntı bununla kalmayacak. Hatta denilebilir ki turpun büyüğü daha heybede. Suriye’ye giden silahlar, Suriye’de yapılan silah kaçakçılığı. Peker şimdilik bunların ucunu gösteriyor. Belki bir pazarlık yürütüyor, belki de zamana yayarak söylediklerinin etkisini artırmak istiyor. Bu durumun Türkiye siyasetinde yarattığı sarsıntıyı ve neden bu döneme denk geldiğini, Gazeteduvar yazarı, medyascope.tv programcısı Hakkı Özdal ile konuştuk.
AKP siyasi figür yaptı
Sedat Peker’in iktidar tarafından siyasi bir aktör haline getirildiğini belirten Özdal, bu konu ile ilgili şunları söyledi: “Peker’i siyasallaştıran şey kendi çabası değil. Onu bu kadar siyasetin göbeğine sokan şey bizzat AKP’nin kendisiydi. 2014 yılında cezaevinden çıkardılar, 2016 yılında başta Barış Akademisyenleri olmak üzere toplumun muhalif kesimlerine karşı tehdit olarak kullandılar.”
Türkiye’nin dönüm noktası
Özdal, Peker’in Türkiye’nin bir dönüm noktasına geldiğini gördüğünü belirterek, çatışmanın karakterini şöyle analiz ediyor: “Sedat Peker, ne yapıyor? Siyasi bir hesaplaşmanın içinde mi? Tam olarak öyle olduğunu düşünmüyorum ben. Sedat Peker, belli ki Türkiye’nin bir dönüm noktasına geldiğini, bir değişim noktasına geldiğini -kendi mahareti ile değil belki- ilişkilendiği güçler, ilişki kurduğu kesimler aracılığı ile Türkiye’nin bir değişimin eşiğinde olduğunu görüyor, kendisine bu gösterilmiş, hatta bu değişimi farklı noktalara çekmek için kullandığı kanısındayım ben-bu değişimde kendisine, geleceğine dair bir yer edinmeye çalışıyor.”
Bir devlet krizi
Özdal, Türkiye’nin uzun süreli bir krize girdiğini belirterek, devlet krizi olarak adlandırdığı durumu şöyle açıklıyor: “Bu zamana yayılmış, geçmek bilmeyen, öncekiler gibi bir toparlanma eğilimi de göstermeyen sarsıcı, yıkıcı bir ekonomik kriz. Bunun üzerine salgın koşulları eklendi, insanlar hem canlarından endişe ediyorlar, hem salgına karşı yeterli önlem alınmadığı endişesi taşıyorlar. Salgın Türkiye’de toplumsal kesimler arasında nasıl farklılıklar olduğunu, devletin kime ait olduğunu gösteren bir işlev gördü. Bu olay hem ekonomik hem toplumsal bir krizin ortasındaki ülkeye bir devlet krizi olarak eklemlendi. Peker tek başına bunu ifade etmiyor olsa bile Türkiye’nin yakın geleceğinde neler olacağını, Türkiye’nin nasıl-ne yönde değişeceğine dair ipuçları veriyor. Eminim ki bürokraside de devletin çeşitli kademelerinde de hatta siyasette de bazı soru işaretleri var. Erdoğan, eskisi kadar güçlü değil. Erdoğan, uluslararası ilişkiler açısından da eskisi kadar güçlü değil. Herkesin buna dair bir pozisyon almaya, ne olacağını görmeye çalıştığı koşullarda bu çıkış konuyu bir devlet krizine dönüştürüyor.”
Susurluk örneği
Hakkı Özdal, ortaya çıkan durumun bir bakıma Susurluk skandalı ile ortaya çıkan duruma benzediğini belirterek, benzerlikler ve farklılıklara dair şunları ekliyor: “Biraz 80’lerin sonunu, 90’lardan modelleyerek söylemek istiyorum. 1996 Susurluk kazasında devlet, mafya, siyaset ve kontrgerillanın iç içe olduğu bir manzara ortaya çıktı. Bu güçler asimetrik savaşı yürütmek için devlet eli ile örgütlenmişti. Herkes bunun Susurluk kazasından sonra ortaya çıktığına dair bir kanaate sahip oldu. Sonra, Susurluk’la ilgili davalar başladıktan sonra herkes gerçeği anladı. Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz başbakanlıkta görevli Kutlu Savaş’a bir rapor yazdırdı. Daha fazla detay öğrenmeye başladık. Fakat kazadan önce MİT bir rapor yayınlamıştı. Susurluk’tan sonra ortaya çıkan hemen hemen her şey o raporda vardı. Benzer bir şey 86-87 döneminde de oldu. Her iki raporda da özellikle İstanbul Emniyeti, 80’lerde İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan Mehmet Ağar’a işaret edilerek, 90’larda Emniyet Genel Müdürü, hatta 97’de İçişleri Bakanı olarak Mehmet Ağar’a işaret ederek, emniyetle, İçişleri Bakanlığı bürokrasisinin ve yeraltı dünyasının arasında, devletin istihbarat örgütünü de alarm durumuna geçiren bir ilişkilenme halinden söz ediliyordu bu raporlarda. Herhangi bir devlet uluslararası ölçekte söylüyorum bunu, sokaktaki mafyasıyla kendi polisinin birbirinden ayırt edilemediği koşullarda kendisi de güvende değildir. Bu raporlara rağmen bir adım atılmamıştı. Sonra Susurluk’la birlikte bir şey ortaya çıktı. Bu raporlar yazılırken aslında bir gerilimin, kavganın unsuru olarak yazılıyorlar. Sonra başka bir olay bizim o kavgayı daha net görmemizi sağlıyor. Şimdiki durum da benzer. Türkiye 2013-2016 arasında bir rejim değişikliği yaşadı. Tek adam rejimi 2013’ten başlayarak, 2016’ya kadar süren sancılı bir süreç sonunda gerçekleşti. 2016’da itibaren kurulmaya çalışılmış, bir yanı ile derme çatma olan siyasal rejimin içindeki unsurlarına dair bir kavgayı yaşıyoruz. Bu kavga nedir? Türkiye’nin yarın ne yöne gideceği, ne olacağına dair bir kavga. Bunun uluslararası bir yanı da var bence.”
Savaşın sonuçları
Bu tür devlet krizlerinin savaş koşullarında ortaya çıktığını belirten Özdal, Kürtlere karşı savaşın devlet krizinin nedeni olduğunu belirterek şunları ekliyor: “Yeni Yaşam okurları hatırlayacaktır. 90’larda askerlere ait panzerlerle, güvenlik güçlerine ait zırhlı araçlarla uyuşturucu sevkiyatı yapıldığı ortaya çıkmıştı. Ticareti yapıldığı ortaya çıkmıştı. Kürt sorunundaki çözümsüzlük, Kürt sorununu bir şiddet sarmalına sürükleme hali, bu rejimin kurucu unsurlarından bir tanesi. Az önce 2013-2016’da arasında bir rejim değişikliği yaşadık, onunla ilgili bir gerilim yaşadık derken aslında biraz da bunu kastediyordum. Yine kısaca hatırlayalım 2013’te Gezi protestoları var. Türkiye’nin birçok yerine yayıldı, insanlar yaşamını yitirdi. Sonra 2015, 7 Haziran seçimi var. Bu açıdan çok kritik. Erdoğan’ın etrafında öbekleşmiş sağ, Kürt hareketi ile Kürt halkı ile talepleri ile işlevsel bir ilişki kurmaya çalıştı önce. Kürt siyaseti tek adam rejimine karşı çıktığı andan itibaren onunla düşmanlaştı. Bu dönem aynı zamanda cemaatle kavgaya başladığı, başka bazı güçlerle ittifak kurmaya başladığı döneme de tekabül eder. Kürt hareketine karşı şiddet uygulamayı kendisine güç kazandıracak bir şey olarak gördü Erdoğan ve çevresi. Tıpkı 90’lardaki gibi savaşırsam, gözü kara bir şiddet uygularsam daha fazla ittifak edinirim. Devlet içinde kendimi daha fazla güvende hissederim diye düşündü. Şimdi bunun sonuçlarını yaşıyoruz Sedat Peker’le. Peker, hiçbir zaman Türkiye’nin en güçlü mafyası olmadı. Ama böyle bir rejim inşa etmeye kalkınca, böyle unsurlarla ittifak yapmak zorunda kalıyor. Dolayısı ile Kürt siyasetine, çözüm sürecinin terk edilmesine, Kürt halkının talepleri karşısında şiddetin dozunun yükseltilmesinin doğrudan sonuçlarını yaşıyoruz. Türkiye ne zaman bu konuda bir şiddet sarmalı içine girdiyse, bu tür mafya örgütlerinin, kontrgerilla örgütlerinin yükseldiği dönemler oldu. Türkiye Kürt sorununda ne kadar barışçıl bir atmosferden uzaklaştıysa kendi içinde de bu yara büyüdü. Kangren olduğunu, vücudu sardığını görmüştür. Bu 80’lerde de böyle oldu, 90’larda da böyle oldu. Şimdi de böyle oldu. Türkiye bundan öğrenmek zorunda olduğunu görüyor. Bu sorunun çözümü ile birlikte temizlenecek. En büyük sorunlardan bir tanesi. Türkiye nasıl temizlenecek? Türkiye’nin temizlenmesi için çözmesi gereken başlıca sorun Kürt sorunudur.”
Uluslararası boyut
Sedat Peker’in devlet tarafından bazı işlerde kullanıldığını söyleyen Özdal, bu konu ile ilgili şunları söylüyor: “Peker bazı işlerde kullanıldığını, sonra ihanete uğradığını düşünüyor. Bu işler arasında Suriye’deki cihatçı gruplarla ilişkilenme, onların donatımı, silahlandırılması gibi uluslararası arenada da baş ağrıtabilecek detaylar var belli ki. Sedat Peker, kendisinin kullanılma düzeyini kullanarak ‘Beni bu düzeyde kullandınız’ diye bir kart açıyor. Ama bu kartı tek başına açtığını düşünmüyorum. Hem içeriden, devlet bürokrasisi içinde, Türkiye devlet mimarisi içinde bazı unsurların bunu bir fırsat olarak gördüğü düşünüyorum. Hem de bunun uluslararası bir yanı olduğunu düşünüyorum. Bu Sedat Peker’i çok abartmak, çok önemli bir aktör olduğu anlamına gelmez. Fakat Türkiye zaten uluslararası bir gerilimin içinde, Peker, Türkiye’yi bu gerilimin içine sokmadı. Ama Sedat Peker bir ara eleman olarak rol alıyor. Türkiye son 5 yılki tercihlerinin bir sonucu olarak uluslararasılaşmış bir devlet krizi yaşıyor. Dolayısıyla bence hem içeride karşılığı var Peker’in giriştiği işin, hem de uluslararası ilişkilerde karşılığı var.”
Erdoğan’ın sessizliği
Uluslararası güçlerin bir süreden beri Erdoğan ile pazarlık yürüttüğünü belirten Hakkı Özdal, Peker’in çıkışının bunun bir parçası olduğunu belirtiyor. Özdal, şunları anlatıyor: “Bence Erdoğan’la pazarlık yapılıyor. Daha doğrusu Erdoğan’a seçeneklerinin ne kadar sınırlı olduğu gösteriliyor. Peker, üç video çekip İçişleri Bakanı ile muhatap oldu. Dünyanın neresinde olur bu? Bu durum, Peker aracılığı ile Erdoğan rejimine gösterilen dosyanın ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Erdoğan’la da bir pazarlık yapılıyor. Şöyle ki -aslında pazarlık bile denilemez buna- geçtiğimiz günlerde elindeki bir kağıda ‘Suriye’ye gönderilen silahlar’ diye bir şeyler yazıp kameraya gösterdi. Son videoda ona geleceğiz dedi. Ama bir türlü gelmiyor. Bu bir pazarlığın yürüdüğünü gösteriyor. Suriye’de uluslararasılaşmış bazı suç unsurları var. Bir başka hassas unsur da Azerbaycan petrollerinin dolaşımı konusu. Burada bazı Azeri iş verenlerinin ismi geçiyor. SOCAR petrollerinin satışı ile ilgili konular geçiyor. Önemli bir detay. Bu da uluslararasılaşma eğiliminde olan bir suç isnadı. Bunlar üzerinden Erdoğan’a bir şey söylendiği çok açık. Hatta karar vermesi gereken Erdoğan. Erdoğan’ın son üç-dört haftaki sessizliği, neredeyse salgın dışında herhangi bir konuda konuşmaması da bunu destekler nitelikte bir gösterge.”
“Peki ne oluyor?” diye soran Özdal, şöyle devam ediyor: “Türkiye’nin yeni bir duruma uyum sağlaması gerektiği açık. Nedir bu? Hem ABD’nin bölge politikaları açısından hem de özellikle Çin’e, Rusya’ya karşı ama özellikle Çin’e karşı oluşmuş uluslararası tahkimata katılması isteniyor. Erdoğan’ın belki hâlâ Türkiye’de bir karşılığı var, ama AKP’nin bir bozgun halinde olduğunu görüyoruz. Bir propaganda videosu bile çekemiyorlar. Ne yapsalar ters tepiyor. Bütün bunlar gösteriyor ki Türkiye’nin yeni bir siyasi restorasyona ihtiyacı var. Büyük sermaye de bunu istiyor, esnaf örgütleri bunu istiyor. Halk, emekçiler canından bezmiş durumda, Kürt halkının neredeyse yüz yıldır yaşadığı sorunların üstüne son 5-6 yıldır haklarının sert bir şekilde gasp edildiği bir süreç yaşıyor. Türkiye’nin bütün belli başlı unsurlarının bu rejimle sorunları var. Bu yüzden bir restorasyona ihtiyaç var. Bu restorasyonun Erdoğan ile olmayacağını düşünüyorum. Türkiye’de gerçek anlamda bir değişimin Erdoğan’sız olması gerektiğini düşünüyorum. Erdoğan kendisinden beklenmeyecek hamleler yapabilir. Uzun vadede Türkiye’nin geleceğinde Erdoğan yok, bu çok açık. Fakat daha yumuşak bir geçişi kendisi ile birlikte mi yapar ya da siyasetin gelişimi ona bile izin vermeden, Erdoğan’sız bir geçişe mi zorlar onu bugünden kestirmek zor.”