Suriye’de sekiz yıldır devam eden savaşta, kendi sınırını korumak gerekçesiyle sınır ötesinde askeri varlığıyla operasyonlar yürüten Türk devleti, ilk kez geçen hafta Suriye rejimi ile çatışmaya girdi. Şimdiye kadar vekalet savaşları şeklinde devam ettiği için ‘iç savaş’ diye nitelendirilen Suriye’deki savaşın gerçek karakteri de Türk devletinin bu hamlesiyle gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu hamle ile Suriye’de devam eden savaşın bir ‘iç savaş’ olmadığı, bölgede devam eden devletler arası savaşın bir parçası olduğu inkar edilmez hale geldi. Benzer şekilde Ortadoğu’da devam eden savaşı da sadece bölgesel bir savaş diye nitelendirmek yanlış olur. Çünkü içinde ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin de taraf olduğu her savaş bölgesel değil, küresel bir savaştır. Bundan dolayı İdlib’de yaşanan çatışmalar Suriye kadar tüm dünyanın da sorunudur.
Her şeyden önce İdlib’de işlerin nasıl bu kadar karmaşık hale geldiğine bakmak gerekiyor. IŞİD ile mücadelenin yoğun olduğu dönemde İdlib sorunu Suriye’de aslında çok da öne çıkan bir sorun değildi. İdlib sorununu içinden çıkılmaz hale getiren aslında Astana formatındaki görüşmelerdi. Suriye’de devam eden savaşa çözüm üretme adı altında yapılan Astana görüşmelerinde Rusya ve İran Suriye rejiminin, Türk devleti de silahlı grupların temsilciliğini yapıyordu. Ki, bu silahlı gruplar arasında IŞİD ve Heyet Tahrir El Şam gibi El Kaide bağlantılı örgütler de yer alıyordu. Dikkat edilirse Suriye rejim güçleri ile silahlı gruplar arasında çatışmaların yoğunlaştığı ve silahlı grupların sıkıştığı her yerde ve her dönemde yeni bir Astana toplantısı ile Türk devleti devreye giriyordu. Astana’da tahliye planları oluşturuluyor, Türk devleti de silahlı grupları buna ikna ediyordu. Bu şekilde Türk devleti silahlı gruplar için bir havari, bir kurtarıcı da oluyordu. Türk devletinin bu tutumu sonucunda Hama’da, Halep’te, Guta’da, Kuneytra’da on binlerce muhalif, silahlarıyla birlikte arabalara bindirilip, İdlib’e taşındı. Şu an AKP hükümeti Suriye rejimini bu silahlı grupları arabalara bindirip İdlib’e getirmekle itham ediyor, ama onları arabalara bindirip getirme planı aslında AKP hükümetinin planıydı.
Bu planda Astana üçlüsünde yer alan Rusya, İran ve Türk devletinin hesapları birbirinden farklıydı. Rusya, İran ve Suriye rejimi en az kayıpla alan kurtarma ve Suriye geneline yayılan silahlı gurupları dar bir alana sıkıştırmayı planlıyordu. Türk devleti ise bu plana, Suriye geneline dağılan silahlı gruplarla fiziki bir sınır oluşturacak şekilde, dar bir alanda toplama fikrini bu grupları daha fazla denetim altına alabilmek için katıldı. Bu şekilde silahlı grupların İdlib’e taşınması konusunda her üç devlet ortaklaştı.
Astana üçlüsünün yaptığı planlamanın ilk aşaması, silahlı grupların İdlib’e toplanmasıyla tamamlandı. Şimdi ikinci aşamaya, yani bu kadar silahlı grubun toplandığı İdlib’in kendisine nasıl bir çözüm getirileceği sorusuna cevap bulmaya geldi. Ancak bu noktada Astana üçlüsü birbirinden ayrılıyor. Türk devleti silahlı grupları İdlib’e toplayarak Suriye rejimi, Rusya ve İran karşısında siyaset yapabilecek bir kart elde etmeyi planlarken, Suriye rejimi adı altında Rusya ve İran da bu dar alanda operasyon başlatarak silahlı grupları tasfiye etmeyi planlıyor. Bundan dolayı da Astana platformu şu an işlemez durumda. Türk devletinin Astana platformu sayesinde İdlib’de 12 askeri üs kurduğu, Afrin’i ele geçirdiği gerçeğini de unutmamak gerekir. Bu tavizi de İdlib’de 15-20 kilometrelik silahsız bölgenin oluşturulması karşılığında kopardı. Ancak Türk devleti silahlı grupların garantörü olmasına rağmen üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmedi. Hatta tam tersine, bölgede ılımlı gruplar denilen silahlı grupları dahi radikal unsurlar diye tabir edilen Tahrir El Şam gibi El Kaide bağlantılı gruplarla uzlaştırdı. Aynı zamanda Suriye rejimiyle çatışmalarda bu grupları silah vererek takviye etti.
Tabi bu duruma bir de, ABD ve NATO’nun İdlib’e müdahalesi eklendi. İdlib neredeyse tüm dünya devletlerinin hesaplaştığı yer konumuna geldi. Fakat Türk devletinin burada ABD ve NATO ile paralel bir siyaset izlemesi Rusya ve İran’ı rahatsız etmeye başladı. İdlib’de Türk askeri noktalarının bu dönemde vurulması bu rahatsızlıktan kaynaklanıyor. Türk askeri noktalarının vurulması kesinlikle bir hata yada tesadüf değil, çünkü hata yada tesadüf bir kez olur, üst üste tekrarlanmaz. İdlib’in bir diğer önemli aktörü İran’ın pozisyonu da önemli hususlardan biri. Ki, İran Suriye savaşında rejim güçlerinin karadan ilerlemesinde en önemli rolü oynayan güç. Ancak İran hiçbir zaman Rusya yada Türkiye gibi kimliğini ve siyasetini Suriye’de açıktan belli etmedi. Rusya ve Suriye rejimi ile ortak hareket ederek, alttan alta etkili olmaya çalıştı. Ancak ABD’nin İran’a yönelik yaptırım kararından sonra Rusya ile ABD arasında İran karşıtlığı temelinde bir yakınlaşmanın yaşanması İran’ı rahatsız ediyor. Ki, Kudüs toplantısı bunun en üst aşaması olacak. Bundan dolayı İran İdlib’de Suriye rejimi ve Rusya ile Halep, Hama, Guta ve diğer yerlerdeki gibi ortaklaşmıyor. İdlib’de yapılan operasyona da karadan ciddi destek vermiyor. Bundan kaynaklı Rusya’nın güçlü hava desteğine rağmen rejim askerleri ciddi bir ilerleme kaydedemiyor. Şu an İdlib’de Suriye rejimi Rusya sayesinde havada, silahlı gruplar da karada üstünlüğü elinde bulunduruyor. Bundan dolayı çatışan taraflar bir denge durumunu yaşıyor.
Bu denge de İdlib’de değil, dışarıda bozulacak. S-400’ler sorunu, Kudüs toplantısı gibi bir dizi toplantıda verilecek cevaplar İdlib’deki dengeyi yakından etkileyecek.