Kenan Kırkaya
Erdoğan Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik yeniden saldırı işareti verince, ilk sevinç çığlığı ulusalcılardan geldi. AKP’nin bir seçim kampanyasına dönüştürmek istediği ve Türkiye’yi uçuruma sürükleyen savaş kararını Cumhuriyet Gazetesi, “hem terör engellenecek hem de mülteciler o bölgeye yerleştirilecek” şeklinde, Kürt ve mülteci karşıtlığını açık eden bir bakışla servis etti.
Bir süredir özellikle solcu geçinen ulusalcıların bir kesimi sevinçten ağızları kulaklarında “NATO’ya karşı çıktığını” ileri sürdükleri Erdoğan’ı yere göğe sığdıramıyorlar. Hani şu döne döne “Kürtler Erdoğan’la anlaştı, başkanlığın önünü açacaklar” diyen ulusalcılar var ya, işte onlar. Mutluluktan dört köşe olanların başını Avrasyacı geçinen Perinçek ve ekibi, Odatv yazarları çekiyor. Erdoğan’ın da onun NATO’ya posta koyduğunu savunan ulusalcıların da gerçekten bir NATO karşıtlığı yok. Şimdiye kadar bütün iktidarlar NATO’ya, Gladyo’ya dayanarak güç oldular ve hala özellikle Kürtlere karşı yürütülen saldırılarda NATO’nun her türlü nimetinden faydalanıyorlar. Erdoğan zaten NATO’ya karşı çıkmıyor, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı “Kürtleri pazarlık” konusu yapıyor ve ulusalcıları da cezbeden iktidarın bu Kürt karşıtlığı.
Bir süre önce de Kılıçdaroğlu ve beraberindeki heyet Van’da boy gösterdi. Cumhurbaşkanı olacaklar ya, CHP tarihi boyunca ilk kez iktidar olmaya bu kadar hevesli ya, o yüzden Kürtlerin desteğine ve oylarına ihtiyaçları var. Onun için de Kürtlerin herhangi bir hak ve özgürlük talebini kabul etmeden hatta bu talepleri iktidarın bakış açısıyla değerlendirip, günün sonunda Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalarak aklını çeleceklerini düşünüyorlar. Aynen Erdoğan’ın geçmişte yaptığı gibi, yani köprüyü geçene kadar Kürtlerle iyi geçinmeye bakıyorlar. O yüzden Kılıçdaroğlu, “Demirtaş’ın, Kavala’nın serbest kalmasını istiyorsanız, bu haksızlıkların sona ermesini istiyorsanız bize katılın” çağrısında bulunuyor. Ne güzel! Sanki Demirtaş ve arkadaşlarının cezaevinde olmasında hiç payları yokmuş gibi. Sanki “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vermemişler gibi. Üstelik yanındaki pek çok belediye başkanının Kürtlerin oylarıyla seçilmiş olmasını “kendisine verilen destek” şeklinde yanlış değerlendirerek ve onun şımarıklığıyla.
Daha geçenlerde CHP’nin başını çektiği 6’lı masa ittifak ilkelerini açıkladı. Başlıklar iyi ambalajlanmış, albenisi olan başlıklar. Demokratikleşme, düşünce ve ifade özgürlüğü, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, din ve vicdan özgürlüğü… Tek tek başlık olarak hiç kimsenin karşı çıkamayacağı başlıklar. Ama Kürt sorununun, Alevi sorununun, kadın sorununun, açlık ve yoksulluğun nasıl çözüleceğine dair somut hiçbir şey yok. Somut olan tek şey 6’lı masanın da bütün konulardaki hak taleplerini “terör” kavramı çekincesi koyarak ele alması, “terörle mücadeleyi” temel referans haline getirmesi. Ne kadar tanıdık değil mi? İktidarın işine gelmeyen herkesi ve her düşünceyi “terör” tanımı içine sıkıştırdığı ve neredeyse toplumun yarısını terörist ilan ettiği bir dönemde alternatif iddiasında olanların da hak ve özgürlükleri “terör” çekincesiyle ele alması. Bu durum sadece iktidar ve 6’lı masa benzerliğini ve zihniyet ortaklığını göstermiyor, aynı zamanda kadim Türklük Sözleşmesi’nin de göstergesi.
Peki ulusalcıların Kürt karşıtlığı üzerinden iktidarın arkasında sıralandığı bir dönemde Türkiye’de ne oluyor? Ülke yangın yeri, insanlar aç, üstelik iktidar insanların açlığıyla “açlar, sefiller ama sigara ve alkol almaktan vazgeçmiyorlar” diye dalga geçiyor, “bu devletin ve ülkenin asıl sahibi biziz” diyen ulusalcılar iktidar hayranlığının konforuyla yaşananları sıradanlaştıran ve normalleştiren bir işlev görüyor. Sarıklı, cübbeli erkekler korteji peşlerine peçeli küçük çocukları takıp gövde gösterisi yapıyor. Konserler yasaklanıyor, kadınların giyim kuşamı kimi faşizan zihniyetliler tarafından suç kategorisinde nitelendiriliyor, yoga yapan kadınlara müdahale ediliyor, sessiz kaldıkları ve hatta kısmen onayladıkları kayyımlar kendi ellerindeki belediyelere gelmek üzere. Kürtçe müzik yasaklanıyor, Kürt sanatçıların programları iptal ediliyor. Gezi davasında hukuk katledilerek müebbet hapis cezaları veriliyor, Gezi’nin yıl dönümünde hayatını kaybedenleri anmak için alanlara çıkanlara büyük bir kinle saldırılıyor, yüzlerce kişi gözaltına alınıyor, Gezi’de sokağa çıkmış yüzbinlerce kişiye meclis kürsüsünden hakaretler yağdırılıyor. Kobanî Kumpas Davası’nda kumpas içinde kumpas kuruluyor, tanıkların tutuklu siyasetçiler aleyhinde ifade vermesi için olmadık hukuksuzluklara imza atılıyor, binlerce ağır suçlama ile yüz yüze bırakılan siyasetçilerin savunma hakkı engelleniyor. Türkiye’nin 3’üncü büyük partisi olan HDP’ye kapatma davası açılıyor, milletvekilleri “seni çivilerim” denilerek sokak ortasında tehdit ediliyor. Musa Orhan beraat ettiriliyor onu eleştiren sanatçı Ezgi Mola’ya ceza veriliyor. Her şey yasak, tam bir polis devleti görüntüsü var her tarafta…
Bunları çoğaltmak mümkün ama olsun, ulusalcıların keyfi yerinde, gidişattan memnunlar, Kuzey Doğu Suriye’ye yapılacak saldırının heyecanı ve keyfiyle kendilerinden geçmişler. Gidip gelip günün sonunda Kürtlere “bize katılın, gönüllü olarak asimilasyona razı olun” çağrılarını kendilerine hak görüyorlar. Ulusalcıların bu iktidarla ve bu iktidar zihniyetiyle hiçbir sorunu yok, o bir dönemler işittiklerinde “kırmızı görmüş boğaya” döndükleri “şeriat düzenine, saltanat düzenine” bile razılar. Yeter ki Kürt anasını görmesin!