Türkiye’nin muktedirlerinin belki de en büyük marifeti (madrabazlığı) devletin hizmetinde resmi ‘komünist’ parti/hareket inşa etmesidir. Her dönem bu resmi komünist eğilim, kendisini güncelleyip, solu simule ederek, elinden geldiğince, sol hareketleri boşa düşürmüştür. Erken cumhuriyet döneminde, cumhuriyetin korperatist eğilimi sınıfsız/zümresiz/kaynaşmış toplum fikrini, komünizm ideası yerine ikame etmek için yaygın propaganda yapıldı. 50’lerde Menderes hareketi burjuva demokrasisini tamamlayacak liberal eğilim olarak selamlandı. TKP eskisi Ş. Süreyya Aydemir öncülüğünde solculardan devlete kadro devşirildi. 80’lerde 12 Eylül arzulanıp karşılandı. 2000’lerden sonra da Natocu ordu anti-emperyalizmin kalesi olarak nişanlandı.
Üyeleri arasında C. Bayar, M. E. Bozkurt, T. Rüştü Aras’ın olduğu, başkanlığını da Hakkı Behiç’in yaptığı “Sahte TKP” ile başlayan bu resmi eğilim, büyük oranda Perinçek/Vatan Partisi, kısmen de Oda TV vb. ile sürüyor.
2000’lerde, ABD’nin ordu içindeki “Resmi Kemalistleri” tasfiye etmesiyle birlikte, darbe planlama becerisini bile yitiren ve siyasal program, sınıfsal taban, genel söylem itibari ile “Derin Devlet” adıyla bilinen bu eğilim, 2010’dan beri kendisini demokrat olarak göstermeye çalışıyor. 15 Temmuz sonrası “Derin Devlet” mensuplarının çoğu Saray’a kapaklandı. Doğruya doğru! Saray’a dâhil olanının da, kuyruğu kapıya sıkışanın da alıcısı çok. MİT müsteşarı Hiram Abas’la başlayan ağıt, JİTEM kurucusu Cem Ersever ile devam etti, Çatlı elbette ihmal edilemezdi… Azınlıklar Türkiye siyasetine girdiğinde, kalanlar gene Soner Yalçın ve ekibi tarafından fişlendi, kamuoyuna servis edildi…
Aşı karşıtlığından, kontrgerillanın övünç kaynağı haline getirilmesine, paramiliterliğin yüceltilmesinden, azınlıkların fişlenmesine kadar, yeni popülizm ya da post-truth dediğimiz yeni otoriterliğe ilişkin ne kadar eğilim varsa, Oda TV ekolü bunun yerli ve milli bir numunesi oldu.
Oda TV’nin son muhteşem haberi ise, S. Soylu’nun “çok çalışkan bir Bakan” olduğu üzerineydi. Üstelik de, Karadeniz’de yaşanan sel felaketi diye bilinen ama aslında Saray Rejimi’nin yol açtığı cinayetler sebebiyle, S. Soylu’nun felaket bölgesindeki piar çalışmaları övgü konusu oldu. Neymiş, S. Soylu “eleştiriliyormuş ama çok çalışkanmış!..” Zaten bugüne kadar, Soylu’ya tembel diyen olmamıştı. Otokrat insanların genel özelliği puriten/protestan bir disiplinle çalışmaktır ki, bunun en bilinen örneği Nazi Almanyası’dır. Peki, S. Soylu çalışmış da ne yapmış?
Cumhuriyet tarihinde örneğine pek rastlanmayacak bir şekilde, Thodeks, Çiftlikbank gibi saadet zincirlerine aracılık yapmamış mı? Köpük kaymağa, kaymak tereyağına döndüğünde, kendi payını, kıl çeker gibi çekip almamış mı? Yeğenini popçu yapmaya çalışmamış mı? Kendi sigorta şirketini, binlerce kat büyütmeye mi çalışmamış? Yeraltı dünyasının bilinen isimlerinin kıymetli arazilere, kemiksiz/yağsız paralara çökülmesine mi göz yummamış? Seçilmiş vekilleri hapse atmak için mi çalışmamış? Seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atamaya mı çalışmamış? Türkiye’de var olan nefret dilini, şovenizmi, paramiliterliği büyütmeye mi çalışmamış?…
Bunları yapmadı diyen yok, hatta çok daha fazlası vardır. Ama Oda TV’nin AKP’nin ahir zamanında, S. Soylu’yu, (CHP zihniyetine karşı) meşhur sağ-muhafazakâr söylemle, “çalıyor ama çalışıyor” diyerek köpürtüp allayıp-pullamasının anlamı ne ola ki? Ya da daha açık söyleyelim; Ha Oda TV, ha S. Soylu, ikisi de aynı derin devletin laciverti… Aralarında anlaşamayacakları, çözemeyecekleri bir kan davası var mı ki?