Ehmed Pelda
Son iki yüzyılda ulus devlet uğruna çok yoğun ölümler yaşandı. Devlet ve ulus kavramları birbirinden farklı olmakla birlikte gerçekte özdeşleşti. Devlet adeta bir ulusun varlığının ruhsatı, güvencesi, evi, yaşam alanı haline geldi. Dolayısıyla bir ulusun ülküsü devlet olarak tanımlandı.
Ama günümüzde giderek farklı eğilimler ortaya çıkıyor. Evet ulus olabilir, ulus kendini farklı yol ve yöntemlerle ortaya koyabilir ve devlet de elzem değil. Bırakınız devletleşememiş ulusları, devletleşmiş uluslar bile içinde bulunduğu pozisyonu değerlendirmektedir.
Devlet meselesi Kürtlerin de ciddi bir yarası. Hatta Kürtlere dair değerlendirme ve tanımlamalar yapılırken, “dünyada devletsiz en büyük ulus” denebiliyor, sanki şartmış gibi. Elbet Kürt siyaseti de devlete endekslenmiş durumda. Kürtler kendi arasında tartışmaların baş konusu devlet olacak mı, olmayacak mı ekseninde tartışırken, bu süreçleri nasıl geçeceği bağlamında da tartışmalar yapmakta, örgütlenmeleri ve stratejileri de bunun gölgesinde şekillenmektedir. Yine bölgedeki egemen devletlerin büyük korkusu Kürtler kendilerinden bir toprak parçası koparıp devletlerini kuracaklar diye politik paranoyanın tüm hezeyanlarını yaşamakta, demokrasi ve barış istemlerini bile gizli niyetlere yorup şiddet ve bastırmayla karşılık vermektedirler.
Ama kimse şu nemenem devletin ne olduğunu sorgulamıyor. Belki fetişleştirilen devlet olgusu adam akıllı tartışılsa paranoya, korku, hezeyan olmaktan çıkacak.
Özellikle endüstriyalizm ile ortaya çıkan liberal, sol, din, ırk kaynaklı da olsa merkezi, sınırları kapalı, ekonomisi, güvenliği çerçevelenmiş, siyasi, idari ve güvenlik bürokrasisi bütün ülkeyi sarıp sarmalamış, siyasi partiler, STK’lar üzerinden demokratik mekanizmalar yaratarak toplumsal katılımı da destekleyen bir mekanizma gibi görülmektedir.
Devletin iç çerçevesi ulusal sözleşme ya da anayasa ile belirlenmiş, diğer yasalar, kurumsal mekanizmalar da buna göre şekillendirilmiştir. Bütün bu ortak ve sentetik belirlemelere rağmen her coğrafyadaki devletler birbirinden farklılıklar arz etmektedir. Ayrıca her devlet kurumsal ve yapısal olarak zamanın akışıyla beraber değişmekte, farklılaşmaktadır. Aile, hanedanlara ait olan devletlere karşılık ideoloji, sınıf, din, yasa, sözleşme temelli devletler de oluştu.
Ayrıca katı hiyerarşisi, kapalı sınırları, gümrükler ve kapalı ekonomiyi terk ettiler, zamanla sınırlarını birbirlerine açtılar, globalizm ve bölgesel trendler bağlamında gümrükleri kaldırdılar, ticareti serbestleştirdiler. Haliyle devlet tanımı ve pozisyonu da değişti. Yine global ölçekte nüfus hareketleri, kalifiye işgücü, mülteci, ticari hareketler nedeniyle ulusallık da etnisite merkezli bakış aşılıyor.
Her şeyden önce mevcut kurumsal yapısal faktörler uygarlık sürecine hitap etmiyor. Yenilenme zorunluluğu var. Bu anlamda Kürtlerin halen klasik devlet anlayışı ki hele İran, Araplar ve Türkiye modelleri gibi en kötü örnekleri esas almak da çok daha talihsiz bir yaklaşımdır. Yine demografi dinamiktir. Coğrafyayla sabit değildir ve değişen Kürt demografisinin bulunduğu coğrafyalar genişledi ve bunların ihtiyaçlarının devlete sabitlenmesi, feda edilmeleri anlamına gelir.
Oysa Kürt ulusunun teknolojinin de iletişim fırsatlarıyla yeni bir kültür, siyaset dili, ekonomik ilişki ve yaşam tarzı yaratmaları ve ulus olarak kendilerini korumaları mümkündür. Bunun siyasal türevleri statülerdir. Bir yerde devlet, bir yerde federal veya konfederal, bir yerde mahalli idare vb biçimlerde olabilir. Önemli olan güçlü toplum yaratmaktır.