Batıda gelişen uluslaşma süreci Osmanlı toplumsal yapısında sağlıklı bir şekilde karşılık bulamadı. Milletleşme bilincini geliştiren halklar birer birer Osmanlı’dan ayrılarak uluslaşma sürecini hızlandırmış, buna uygun örgütlenmişlerdi. Osmanlı’dan ilk kopuşlar Makedon, Rum, Yunan ve Bulgar halklarından olmuştur.
Osmanlı imparatorluk sistemi, halkların imparatorluk bünyesinde ayrılmalarını engellemek için baskı siyasetini artırırken, aynı zamanda batıya uyum yasaları olan Meşrutiyet ve Tanzimat yasalarını çıkarmıştır. Batı ile uyum yasaları da başarılı bir şekilde yürümedi. Tanzimat yasaları ile hakim millet anlayışı hukuken ortadan kaldırılmaya çalışılsa da fiilen devam etti. Farklı halkların, kimliklerin, inançların yaşamları ile ilgili talepkârlıklarına yönelik baskı ve sindirme siyaseti farklı söylem ve araçlarla Cumhuriyet modernitesi döneminde sosyo-politik, sosyo-kültür içerisinde çeşitli biçimlerde günümüze kadar devam etti.
Osmanlı toplum yapısındaki eşitsizliklerin Cumhuriyet modernitesine devriye edilmesi hali hala devam etmektedir. Eşitsizlik din ve etnisite üzerinden devam ettirilirken, farklılıkların; “direniş-katliam-sürgün” halleri de hala devam etmektedir. Osmanlı’da “Sünni Müslüman” anlayışı Cumhuriyet devletinde “Türk Müslümanlığı” olarak avantajlı konuma geçti. Cumhuriyet modernitesinin kimlik inşasında avantajlı durumda olanların dışında kalan bütün farklılıkların sosyal ve kültürel kimliklerinin reddi günümüzde devam eden krizin temel nedenidir. Sosyo-politik akıl içerisinde kimin “ne” olduğunu belirleyen resmi ideolojinin uygulamaları yaşam alanlarımızı “toplama kampına” çevirmiştir.
Toplumun kendi öz örgütlülüğü ile ikrarlaşarak yaşamını devam ettirmesi durumu egemenlikçi, iktidarcı, devletçi anlayışları tarafından sürekli komplolarla engellenmeye çalışıldı. Devletçi anlayış; çoklu iktidarların ittifakıyla yaşam bulduğu gibi farklılıkların ortak yaşamı da ittifakla görünür olur. Toplumsallık esaslı bir ittifak anlayışı “ikrarlı ve rızalı birliktelik” olarak da tanımlanır. İkrarlı birliktelikte huzur vardır. İkrarlı birlik (ittifak); farklılıkların nesne değil özne olma durumudur. Özne olmadan özgürlüğün mümkün olmadığını toplumsal tarih göstermiştir.
Toplumsallığı esas alan ittifak anlayışı demokratik bir yaşam için elzemdir. İttifakla inşa edilen yeni yaşam, zulme karşı toplumun varlığını devam ettirmesi manasına gelir. İttifakların bozulması aynı zamanda çatışma hallerine neden olur. Çatışma halleri ise iktidar ve sınıflaşmanın bir başka şeklidir.
Osmanlıdan Cumhuriyet modernitesine geçiş döneminde egemenlikçi, iktidarcı, komplocu güçler ittifak halinde oldukları gibi, demokratik bir yaşamı isteyenler de ittifaklar oluşturdu. 1919-1922 yıllarında Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Müslüman, komünistler, Çerkesler…. vs kesimler demokratik bir rejimde birlik içinde yaşamak için ittifak halinde oldular. Amasya, Sivas, Erzurum’da yapılan toplantılar, alınan kararlar, Mustafa Kemal’in Hacı Bektaş’ı Veli dergahını ziyaret etmesi, Alevi ve Kürt kimliğinin tanınmasıyla ilgili verilen sözler, Kürt aşiret liderlerine verilen sözler, konuyla ilgili mektuplar, telgraflar, bütün bunların hepsi ortak vatanda “özgün” kimliklerle eşit yaşama yönelik ittifak çalışmalarıydı. Bu ittifak anlayışı 1921 Anayasası ile hukuki bir metin haline geldi.
1921 Anayasası farklılıkların birliğini esas alan, farklı etnik yapıları coğrafi olarak yaşadıkları yerlere, kültüre göre tanımlayan, toplum içinde dengeyi esas alan bir aklı vardı. Meclis’in açılışında mebusların kültürel kimliklerini gösteren sembollerle katılması demokratik kültür açısında kayda değer bir durumdu. Mebusların yönetim organizasyonuyla, yaşadıkları toprakla, kültürel sistemle, inançla ilişkisi esas alınarak bir tanımlama yapılmıştı. “Lazistan, Kürdistan mebusu” denildiğinde sınırları belirlenmiş, bağımsız bir ülke ifade edilmiyordu. Daha çok yaşadıkları yurt, kültür, coğrafya üzerinden bir yurttaş tanımı yapılıyordu. Cumhuriyetin kapsadığı farklı kültürel, etnik yapılara, yaşadıkları bölgelerde kendi yerel yönetimlerini oluşturma hakları 1921 Anayasası ile güvenceye alınmıştır.
1924 Anayasası ile egemen sınıfların kendi uluslarını egemen ulus yapma durumu söz konusudur. Toplumun doğası esasında demokratik ve komünaldir. Birey, toplum ve doğa ilişkisinde birbirine egemen olma durumu söz konusu değildir. Karşılıklı birbirini besleyerek toplumsal yaşamın devamını sağlama söz konusudur. “Farklılıkların tekleştirilmesi” anlayışı esas alınarak ulus inşa etme yerine, “farklılıkların birliği” esas alınabilinirdi. Binlerce yıldır toplum birlikle varolmuştur.
Kurucu Meclis sürecinde verilen sözlerin yerine getirilmemesi tepkilere yol açmıştı. Demokratik teamüllere esnek hale gelmeyen Cumhuriyet modernitesinin merkezileşen tekçi anlayışı toplum tarafından kabul görmüyordu. Toplumun ret ve kabul ölçüleri netleşmeye başlamıştı. Merkezi hükümete verilen sözler hatırlatılıyordu. Bu talepkârlıkların sonucunda önce Koçgiri ile başlayan, Dersim ile devam eden bir toplum kırım süreci yaşandı.
4 Mayıs 1937, Tunceli Hareket Kanunu’nun alındığı tarihtir. Kürtlerin tarihinde Roja Reş (Kara Gün) olarak adlandırılır. Yavuz’un zulmünün tekrar devriye haline geldiği gündür. “Sefer olup zafer olunmayan” kadim Reya Heq Kürt Alevi inancının toplumsal hafızasına katliam kararının alındığı gündür.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken tüm “ötekilerin” ikrarlı birliği kara günlerle hesaplaşmanın yolunu açacaktır.
Zaman sahipsiz, mekan rızasız, mazlum çaresiz değildir.