Kapitalizmin dünya üzerinde hâkimiyetini kurmaya başladığı dönemde ulus devlet inşaları başlamış ve bu süreçle birlikte Osmanlı içinde de ulus devlet yaratma girişimleri artmıştı. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş süreci de Osmanlı döneminde ortaya çıkan Jön Türkler döneminde başladı. Ulus devleti yaratma adına girişilen yağmaların ilk adımı ise Adana’da atılmıştı.
Nisan 1909’da, Adana bölgesinde yaklaşık 30 bin insanın öldürülmesine yeni filizlenen Türkçülük akımı damgasını vurdu. Ulus devlet oluşturma adına öncelikle Müslüman olmayanların tasfiyesi, toprak ve zenginliklerin el değiştirmesi Jön Türkçü İttihat ve Terakki yönetiminin başlıca hedefleri arasındaydı. Ulus devlet inşası ancak sermayenin ortaya çıkarılması ile mümkün olduğuna dair bilgilenmişlerdi. Ortaya çıkarılan sermaye, gayrimüslimlerin mallarına ve parasına çökülerek elde edilmişti.
El konulan mülkler ittihat ve Terakki Cemiyeti üyelerine pay edildi. Artık Jön Türkler ciddi bir sermayeye de sahip olmuşlardı. 1. DünyaSavaşı başlamadan hemen önce Yunanistan’a mübadele önerisinde bulunuldu. Amaçları ulus devletin Türkçülük üzerinden ortaya çıkarmak ve mübadeleye uğrayan Rumların da mallarına çökmekti. Önce Rum köylerini basarak Rum gençlerini angarya işi yapan Amele Taburlarında topladılar. 1914 yılında 100 binden fazla Rum Yunanistan’a sığınırken Anadolu’nun birçok kentindeki Rumlar mallarını mülklerini alamadan sürgün edildiler.
Sultan V. Mehmet Reşat’ın imzasıyla 27 Mayıs 1915’te tehcir kanunu çıkarıldı. Savaş bölgesindeki bütün Ermeniler Suriye çöllerine sürülmeye başlandı. Enver Paşa öncülüğünde ve İttihatçılar eliyle Osmanlı Yurttaşı Ermeniler soykırıma uğratıldı ve 600 bin ile 1 milyon arasında Ermeni hayatını kaybetti. Çoluk çocuk demeden askerler ve özel görevlilerce öldürülen, kimi açlıktan ve hastalıktan yollarda kırılan bir insanlık trajedisi ulus devlet yaratma uğruna yaşatıldı.
Kurtuluş Savaşı Türk Ticaret burjuvazisinin öncülüğünde sürerken Kürtlere özerklik vaatlerinde bulunulmuştu. Bu sözün yerine getirilmemesi ve 1924’te ilan edilen anayasa ile Tek Ulus, Tek Devlet, Tek Bayrak ve Tek Dil yürürlüğe girdi. Ulus devlet yani Türkiye Cumhuriyeti ilan edildikten sonra başlayan Kürt isyanları (Koçgiri, Şeyh Sait, Zilan, Dersim) kanlı şekilde bastırıldı. Dersim katliamı da, ulus devlet kuruluşu sonrası yaşanan en büyük katliamlardan biriydi. 1950’li yıllarda yine gayrimüslimlerin yeniden mal ve mülklerine el koyularak Türkiye dışına kovuldular.
Bugün ise devletin biçim değiştirdiğine yönelik birçok vurgu yapılırken yaşadıklarımız ise ulus devletin kuruluşundan bu yana hiç değişmediğini teyit etmekte. Aynı tekçilik zihniyeti devam ederken değişen tek şey sermayenin devasa boyutlarda büyürken yoksulluğun aynı boyutta artmış olmasıdır. Ulus devlet kurulalı beri Ermeni, Kürt, Rum, Yahudi ve diğer halklara mensup insanlar kesintisiz baskı altında tutuldu. Bir başka baskı ise emekçi sınıflar üzerinde ırk ayrımı yapılmadan uygulandı. İşçi ve köylüler ulus devletin sömürüye tabi tuttuğu yegâne kesimler oldu.
2018 yılı 29 Ekim’inde Türkiye Cumhuriyeti’nin 94. yılı kutlandı. Kutlamaya damgasını vuran ise Cumhuriyetin en önemli ve en büyük yatırımı olduğu belirtilen 3. Havalimanı yani İstanbul Havalimanı açılışı yapıldı. Açılışın bize göre en önemli yanı kölelik koşullarında çalıştırılan ve 38 işçinin yaşamını yitirmiş olduğu bir yer olmasıdır. İnanılmaz bir emek sömürüsü bu inşaatta yaşanırken bir diğer sömürü ise doğal yaşam üzerinde uygulandı. İstanbul’un yaşayan tek doğal alanı Kuzey Ormanları ve su havzaları yok edildi. Ormanlarda yaşayan milyonlarca ağaç katledilip, milyonlarca hayvan yaşam alanından sürülürken, birçok endemik bitki türü ise soykırıma uğratıldı.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesine uygun olarak varlığını bugünde sürdürürken, iktidarların laik ya da dinci olması sonuçları hiç değiştirmedi. Yine tekçilik anlayışıyla Kürtler ve Aleviler düşman görüldü. İşaret ettiğimiz gerçeklerin bilinmesine karşın bazı sol sosyalist kişiler ve yapılar anlaşılmaz biçimde cumhuriyete övgüler dizdi. Örneğin, kendini bir yerlere koymaya çalışan ve gazeteci olduğunu iddia eden Can Ataklı’nın Evrensel gazetesine canlı yayında hakaret etmesi burjuva yardakçılığının her daim sürdüğünü ve ulaştığı noktayı bize gösterdi. Emeğin, halkların ve doğanın demokratik ve özgür bir yaşama ihtiyacı var.
Ulus devletlere değil halkların özgür iradeleriyle ortak olduğu, insan, emek, doğa ve hayvan haklarının yok sayılmadığı gerçek demokratik ve ekolojik bir cumhuriyete acil ihtiyacımız var. Bu da ancak sermaye sultasından kurtulmakla mümkün olacak.