Çıkışından günümüze ulus-devletçi sistem hiçbir zaman bir çözüm modeli olmamıştır. Fransız Devrimi’yle şekillenen ulus devlet sistemi, insanlığın eşit ve özgür yaşam hayalinin ifadesi olmamıştır hiçbir zaman.Ulus-devlet sisteminin, dolayısıyla kapitalist modernitenin insanlığın uğruna büyük bedeller verdiği ve beklentisinde olduğu özgür yaşam hayalinin projesi olmadığı ve dahası egemenlerin topluma bu şekilde benimsetmeye çalıştığı bu sistemin daha başından beri kabul görmeyerek ulus-devlet sisteminin çıktığı bakiyelerde yürütülen mücadelelerle anlaşılmıştır. Bu mücadeleler sosyalizm ve halkların özgürlüğü ve bağımsızlığı fikri ve amacıyla yapıldı. Bu mücadeleler sonucunda büyük altüst oluşlar yaşandı, devrimler gerçekleşti.Kapitalist modernite sistemi tümden aşılamadı ama sistem büyük dönüşümler yapmak zorunda kaldı.Özellikle ulus-devlet sisteminde dönüşümler yapmak durumunda kaldı.
Ulus-devletlerin Ortadoğu’da inşa edilmesi kapitalizmin bölgeye hegemonyasını tesis etmesi gayesiyleydi. Bundan ötürü Ortadoğu’daki ulus-devlet yapılanmalarının gerçekte Batı’da olduğu şekliyle burjuvazinin egemenliği ve çıkarlarıyla bir ilgisi olmamıştır. Ortadoğu’daki ulus-devletler tamamen emperyalizmin işbirlikçisi rolünü oynamıştır. Bunun dışında yaptığı farklı bir şey olmamıştır. Şüphesiz zaman içerisinde bir sermaye kesimi peydahlanmıştır ve gittikçe kendi çıkarları ekseninde hareket etme kabiliyetine ulaşmıştır. Bu da kapitalist sitemin küresel politikalarıyla ayrı bir çelişkinin çıkmasına ve çoğu zaman bu duruma sistem tarafından müdahalelerin gerçekleşmesine yol açmıştır.
Alman ulus-devlet deneyimi Batı’da şekillenen ulus-devletçiliğin vardığı en üst düzeydir.Ulus-devlet sisteminin Hitler’le ortaya çıkan temsilinin iyi anlaşılmaması ulus-devlet sisteminin hala tüm yönleriyle kavranmasına engel teşkil etmektedir.
Kapitalist sistem başta olmak üzere tüm sınıflı sömürgen uygarlık sistemleri bütünsel bir yapı olmayı ifade eder.Kapitalist sistem de bütünsel bir sistem olarak gelişti.Ulus-devletçilik kapitalizmin siyasal rejimi olarak inşa edilip geliştirildi. Güçlü ulus-devlet güçlü bir sermaye hâkimiyetini, dolayısıyla azami sömürü gerçeğini ifade eder. İddia edildiği veya sanıldığı şekliyle ulus-devlet sistemiyle kastedildiği biçimde bağımsızlığa ulaşmak, hele sistem karşısında bir yer edinmek mümkün değildir.Alman ulus-devlet deneyiminden çıkarılması gereken en önemli husus işin bu kısmıdır. Bismarck’la başlayan ve Hitler’le doruğa ulaşan Alman ulus-devlet macerasında çıkarlarını geliştirme gayesini güden burjuvazi dışındaki önemli çoğunluklar bu şekilde sistemden koptuklarını ve öz bağımsızlıklarına kavuşacaklarını düşünmekteydiler. Sonucun büyük katliam ve soykırımlar olduğu bilinmektedir.Ulus-devlet modeliyle daha fazla yürünemeyeceği anlaşılınca sistemin hegemonik merkezleri ulus-devlet modelinde dönüşüme gittiler. Batı’da dönüşüm bu şekilde gelişti.
Küresel boyutta ulus-devlet modeliyle daha fazla yürünemeyeceği bilinmesine rağmen kapitalist sistem Ortadoğu’da herhangi bir dönüşümü gündemine almadı. Çünkü Ortadoğu’daki ulus-devletler işbirlikçi bir karakterde inşa edilmiştiler ve sistem açısından kullanışlı olduğu sürece değiştirilmesi gereken bir konum arz etmiyorlardı.Kapitalist sistem açısından Ortadoğu’da ulus-devlet sisteminden vazgeçiş, ulus-devletçiliğin sistemin küresel politikalarıyla çelişmesi, gittikçe bunun önünde engel teşkil etmesiyle başladı.Kapitalist sistemin bu yeni stratejisinden en çok zarar göreceğini hesaplayan ve bu politik değişimin önüne geçmeye çalışan güç Türk ulus-devlet yapılanması oldu. Çünkü Türk ulus-devlet yapılanması kapitalizmin Ortadoğu’da inşa ettiği işbirlikçi uydu devlet sisteminin modeliydi.
Tıpkı Alman ulus-devlet yapılanmasında olduğu gibi Türk ulus-devlet yapılanmasının içeriğine de bağımsızlığa ulaşma fikrini atfetmeler yoğunca yapıldı. Fakat yüzyılı aşan deneyim bunun bu şekilde olmadığını yeterince anlatmaktadır. Ulus-devletçilikle bağımsızlık veya özgürlük elde edileceği düşüncesi, ulus-devlet eliyle büyük çıkarlar elde eden kesimlerin fikridir ve bunu bir propaganda olarak yaymaya çalışırlar.Türk ulus-devlet yapılanması işbirlikçilik karşılığında devletin tepesine getirilen eski devlet bürokrasisinin yeni devlet modelidir ve bunun içerisinde ne özgürlük ve bağımsızlık ve ne de sistem karşısında yer almak vardır. Bazı kesimler açısından ulus-devlet krizinin iyice derinleştiği ve sistemin kendisinin bundan vazgeçmek durumunda olduğu bu yakın süreçlerde Tür ulus-devlet sisteminin restorasyonunun gündeme alınmasının faşizmle sonuçlanacağının görülmemesi ve faşizmin toplumsal bir çöküntü dışında herhangi bir getirisinin olmayacağının düşünülmüyor olması ancak dogmatizmle açıklanabilir.Ulusdevletçilikteki milliyetçilikten ötürü zihniyet tümüyle dumura uğramış bulunmaktadır.Dogmatizmin en önemli özelliği onun insanı realiteden koparmasıdır.Gündelik çıkarlarını düşünen bazı palazlanmış kesimler ile onların etrafındaki şarlatanları dışında Erdoğan ile başlatılan devletin yeniden restorasyonu olan faşizm sürecine karşı çıkmamak, peşinden sürüklenmek veya buna sessiz kalmak, hele bazı kesimler gibi sözüm ona negatif düşünmemek, adeta herhalde biz filan kes gibi olmayız şeklinde realiteden kopuk gafletleri yaşamanın bir açıklaması olamaz. Deve kuşu misali kafayı kuma gömmenin bir anlamı yoktur.Devlet açısından gerekli olan asgari bir demokratikleşmeyi gerçekleştirmektir. Şu anki ilerleyişle sonucun çöküntü olacağı bellidir.