Konserlerinin yasaklanmaması, kültür merkezlerine sistematik baskınların son bulması, adil yargılanma hakkı talepleri ile Grup Yorum üyesi sanatçıların başlattığı açlık grevi, ölüm orucuna dönüşmüş bir şekilde devam ediyor. Helin Bölek, ölüm orucunun 288. gününde, gizli tanık ifadesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Mustafa Koçak ise adil yargılanma talebiyle başlattığı ölüm orucunun 297. gününde hayatını kaybetti. Helin polis ablukasında, Mustafa sokağa çıkma yasağı altında toprağa verildi. Helin’i sonsuzluğa uğurlayan İbrahim, ölüm orucunu sürdürdü, şimdi o da yaşamın sınırına varmış bulunuyor. Ölüm orucunda 320 günü geçmiş durumda. Talepleri kabul edilmezse İbrahim de, Helin ve Mustafa gibi ölüme yürüyor. 320 günlük açlık sürüyor.
OHAL ilanından ve Nisan’da yapılan referandumdan sonra olağanüstü bir devlet yapısına geçildiğini hemen herkes kabul ediyor. Medyanın bile bir zor aygıtına dönüştüğü bu dönemde, mahkemeler ve hapishaneler temel baskı aracı olarak öne çıkıyor. İktidar, verili hukuksal mekanizmayı, yasal ve anayasal kuralları keyfi bir şekilde ele alırken, mahkemeler tam anlamıyla toplumsal muhalefetin susturulmasının aracına dönüşmüş halde. Adalet mekanizması, içi boşaltılarak bir cezalandırma mekanizması gibi işlev görürken tüm kurumları ile iktidarın emrine girmiş bir görünüm veriyor. İktidarın, kendisinden olmayan veya kendisini eleştiren herkesi düşman gördüğü ve bunlara karşı her çeşit yolu kullanarak müdahale hakkını meşru gördüğü bir düşman hukuku sistemi uygulanıyor. Hâkimler bir emir eri gibi çalışırken tüm ulusal ya da uluslararası hukuksal düzenlemeler yok sayılmakta, ilkesiz ve pervasızca bu düzenlemelerin çevresinden dolaşılmaktadır. Fethullahçı kadrolar tarafından başlatılan mahkemelerin baskı aygıtı olarak öne çıkarılması uygulaması, saray rejimi ile doruk yapmış bulunuyor. Sahte deliller, gizli tanık ve itirafçı ifadeleri, insanların yıllarca hapishanelerde tutsak kalmasının aracı olarak kullanılmaktadır. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Osman Kavala, yüzlerce siyasetçi, gazeteci, avukat ve siyasi suçlu bu düşman hukuku ile hapishanelerde, bütün ülke baskı altında tutulmaktadır.
Bu süreç, hapishanelerin benzer bir keyfiyet ve düşmanlaştırma uygulamasının merkezi haline gelmesi ile tamamlanıyor. Cezasızlık uygulamasının cesaretlendirdiği devlet kadroları, hapishanelerde tutsaklara karşı tüm kazanımları ortadan kaldıracak fiili saldırıları devreye koymakta, hapishaneler giderek düşman toplama kampı mantığı ile yönetilmeye başlanmaktadır. Bu durum son infaz yasası ile resmileşmiş ve açığa çıkmıştır. İnfaz yasası ile sadece uyuşturucu baronları ve halka karşı suç işleyenler çıkmamış, aynı zamanda hapishane yönetmeliği neredeyse toplama kampı düzeyine getirilmiştir. İktidarın verili hukuku askıya alan bu yönelimi, bir çeşit hukuksuzlaştırma olarak da okunabilir. Hukuksuzlaştırma, aslında güçlü olanın hukukunun, işleyen hukuk olarak dayatılmasından başka bir şey değildir. Bu bağlamda adalet arayışı da aslında iktidarın dayatmalarına karşı, düşmanlaştırılmış toplumsal yapıların kendi varlıklarını ve haklarını koruma çabasından başka bir şey değildir. Doğal olarak yaşanmakta olan bir güç çatışmasıdır. Verili hukuku yok ederek kendi hukukunu dayatan iktidarın adaleti kendi adaletinden başka bir şey değildir, o zaman adalet arayışı kaçınılmaz olarak iktidara karşı mücadele ile olabilecek bir arayış haline gelir. İşçi cinayetlerinden kadın cinayetlerine, doğanın yağmalanmasına karşı davalardan siyasi davalara hemen her yerde adalet arayışının uzun ve ciddi mücadeleler ile yürütülüyor olması tesadüf değildir. Adalet talebi ekseninde yürütülen mücadele, bilerek ya da bilmeyerek iktidarın adalet mekanizmasını baskı aracı haline getiren yönelimine karşı bir mücadele halini almaktadır. Ancak toplumsal olarak desteklendiğinde bir güç haline gelebilmekte ve karşılık bulabilmektedir. Adalet aramak, iktidarın zorbalığına karşı çıkmaktır.
Adalet mekanizmasının temel baskı aracı haline gelmesi, her çeşit hak talebinin sert mücadeleler ile dile getirilmesini berberinde getirmektedir. Helin ve Mustafa’nın hayatlarını kaybedip, İbrahim’i yaşamın sınırına getiren temel mesele burada yatmaktadır. Bu mücadele, iktidarın toplumu teslim alıp diz çöktürmek için devreye koyduğu düşmanlaştırma uygulamasına karşıdır. İbrahim’in yaşaması, iktidarın düşman hukuku uygulamasından geri adım atması demektir ki bu geri adım iktidarın verili baskıcı karakterinde çentik açmak anlamına gelecektir. Adalet mekanizmasında açılacak her çentik, baskı aygıtının geriletilmesi, toplumsal mücadelenin nefes borularının biraz olsun açılması anlamına gelecektir. Adalet mekanizması, iktidar ile toplumsal muhalefetin ana çatışma zemini haline getirilmiş ise burada iktidarın dayattığı hukukun geriletilmesi ancak onun karşısındaki güçlerin ortak ve kararlı duruşuyla mümkün olur. İbrahim ancak toplumsal mücadelenin aktif desteği ile yaşatılabilir. Bu noktada İbrahim’in talepleri tüm toplumun talebi haline gelir. Mesele böyle ele alındığında İbrahim’e destek olmak vicdani bir tutum alıştan çıkar ve politik bir boyuta geçer. İbrahim’e destek olmak, zorbalığa karşı çıkmaktır. İbrahim’in nefes almaya devam etmesi, umudun nefes almaya devam etmesi anlamına gelecektir. İbrahim’e ses olmak, toplumsal mücadeleye nefes olmak demektir.