Ragıp Zarakolu
Stockholm. Sözlü tarih alanında ve lengüistik haklar konusunda, “Dilimiz Varlığımız Dilimiz Kimliğimizdir”, “İttihat Terakki’den Günümüze Yek Tarz-Siyaset: Türkleştirme”, “Teşkilat-ı Mahsusa’dan Ergenekon’a: Kayıplar, Yargısız İnfazlar ve Faili Meçhul Cinayetler”, “Beyaz Soykırım: Türkiye’nin Asimilasyon ve Dilkırım Politikaları”, “Kara Kefen: Müslümanlaştırılan Ermeni Kadınlarının Dramı”, “Beni Yıkamadan Gömün: Kürtler Ermeni Soykırımını Anlatıyor”, “Özgürleşen Ruhlar: Kürt Gerilla Hareketi” adlı kitapları ile önemli katkılarda bulunan Gülçiçek Günel Tekin, “Barış Anneleri Anlatıyor” kitabını tam dalgalanma günlerinde kaleme aldı. Bu çalışmanın “Barış Çocukları” ile devam etmesini dilerim. O zaman 3’lünün her boyutu tamamlanmış olacak. Filistin’in “Taş Çocukları” gibi, bizim de bir dönem taş çocuklarımız olmuştu. Şimdi hepsi büyüdü, kocaman adam, kadın oldu.
Kürt basınının gençleri de artık olgunluğa erdi yaşça. Onların tanıklıkları da önemli. Sayısız Kürt dostu parti kapatıldı. Onların tanıklıkları da ciltler doldurur.
Bir sözlü tarih araştırmacısının, kötü yazılmış bir tarihin kendisini tekrarlamasına tanık olmaktan daha beter bir deneyim olamaz.
Ama tarihle yüzleşmekten kaçan bir ülkenin bunu yaşaması kaçınılmaz.
Bu kaçıncı tekrar?
*
5 küsür yıl önce 2016 ocağında aşağıdaki mektubu almıştım:
“Ragıp Hocam merhaba.
Öncelikle yeni yılınızı kutlar, sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum. Ülkemize de acilen barış ve özgürlük gelsin! Bu sene yeni yıla acıyla girdik. Kürdistan’ın her tarafında kan ve acı var. Üç aylık Miray bebekten tutun doğmamış bebekler, beş yaşındaki çocuktan tutun 13-15 yaşındaki çocuklar, 77 yaşındaki dedelerden tutun, 90 yaşlarındaki yaşlı adamlar ve her yaştaki kadınlar bombalarla, silahlarla keskin nişancılar tarafından katledildi. Sadece Cizre ve Silopi’de 20.000 asker, polis ve özel tim, Esedullah Timleri (IŞİD çeteleri) konumlanmış durumda. 20 gündür Cizre ve Silopi top atışlarıyla yıkılıp yakılıyor. Yüzlerce insan top atışları ve keskin nişancılar tarafından katledildi. Yüzlerce yaralı var ve sokağa çıkamadıkları için ölümüne terk edilmiş. Yaralı insanların yardımına koşan sağlıkçılar, doktorlar sokak ortasında katlediliyor. Hastaneler, okullar, belediye binaları, oteller dahil her taraf çeteler ve keskin nişancılar tarafından işgal edilmiş durumda. İnsanlar sokaklardan cesetlerini toplayamıyorlar, yaralılarını alamıyorlar. Yaralılar sokaklarda beklerken ölüyor. 55 yaşındaki Taybet ananın cesedi tam bir hafta sokak ortasında kaldı. Böylesine bir vahşeti şimdiye kadar hiç yaşamamıştık. Dün ve bugün Sur, Cizre ve Silopi’ye inanılmaz bir saldırı, inanılmaz bir bombardıman var. İnsanların evlerini terk edip gitmesini istiyorlar. Kürdistan’ı boşaltmak istiyorlar. ‘Evlerinizi boşaltmazsanız, size kimyasal kullanacağız’ diye tehdit ediyorlarmış. Birkaç ay içinde 300.000 kişi evini barkını bırakıp göç etmiş. Biz bütün bunları protesto ettiğimiz zaman, bize de tazyikli su ve gazla saldırıyorlar. İzmir’de bile her gün bize tazyikli su ve biber gazıyla saldırıyorlar ve ellerine kimi geçirirlerse tutukluyorlar. Buralarda durum çok tehlikeli. Kürdistan’da ise soykırım var… Sizin yardımlarınızı bekliyoruz. Avrupa’nın ve demokrat dünyanın harekete geçmesi gerekir. .. Burada ölüm kalım savaşı veriliyor. Ya kazanacağız, ya kazanacağız, başka bir şansımız yok. Size çokça selam.”
Bu mektuptan sonra değişen ne oldu? Beteri!
Hırsızlık ve yolsuzluk gibi sıradan suçlardan insanlığa karşı işlenmiş suçlara kadar, suçun tekrarlanmasını kolaylaştıran temel unsurlardan biri cezasızlık/impunity ve dokunulmazlıktır.
Bu sadece ulusal değil uluslararası hukukun da en önemli sorunlarından biridir.
Bunun için tarih ve acılar, darbe ve ara rejimler ha bire kendini tekrarlayıp duruyor.
Önemli olan baştakilerin değil mekanizmanın değişmesi…
Türkiye Nazizm ile hiç hesaplaşmadı.
Türkiye’de Nazilerle bağlantılı olan çevreler, Stalingrad zaferi döneminde kısa bir süre tutuklandıktan sonra, 45 sonrası dönemin önemli siyasal aktörlerinden biri haline geldiler.
Türkiye’de sözde çok partili sisteme geçiş gerçekte, ulusalcı ve dinci politikaların birbiri ile yarışması ve bazen işbirliği yapması tarihidir.
Bu kısır döngüyü kırarsa kıracak olan Kürt sorununun barışçıl ya da olmayan çözümüdür.
Bunun için doksanların başından bu yana eski rejim çözümsüzlüğün sürmesi ve barış çabasının sabote edilmesi için elinden geleni yapmaktadır.
Ama artık eski rejimin bütün boyaları, makyajı akmıştır.
Ermeni reformu soykırımın gerekçesi olmuştu.
Ermeniler 1878 Berlin Sözleşmesi’nden sonra sadece reform talep ettiler.
Soykırıma maruz kaldılar.
Kürtler de birlikte yaşama isteğini, zorunlu reformlarla birlikte talep ediyorlar.
Özerklik talepleri de bunu yansıtıyor.
Dileriz Kürt reformu da yeni bir tehcirin, sürgünün ve soykırımın gerekçesi olmaz.
Talat Paşa Abdülhamit’in yarım bıraktığını, başaramadığını biz becerdik diye böbürlenmişti.
Yanına kalmadı.
Bizzat Osmanlı Askeri Mahkemesi verdi cezasını.
Şimdi de. Sri Lanka zorbası gibi, birileri “nihai çözüme” soyunuyor, sınır içi değil aynı zamanda sınır ötesi.
Bir siyasal kırım yaşandı resmen. Tamam Kars belediye eşbaşkanı Bilgen serbest bırakıldı. Peki ya ötekiler?
Ülkenin vicdanının buna izin vermemesi gerek.
İnsanlığın buna izin vermemesi gerek.