Günümüzde kapitalist modernist anlayışın sirayet etmediği, etkilemediği dinler, inançlar, toplumlar, ideolojiler adeta kalmamıştır. İç ve dış iktidar odakları, arsızlar, hırsızlar, nursuzlar boş durmuyorlar. Komünaliteye ait tüm değerler kendi hakikatinden uzaklaştırılmış durumdadır. Çoklu iktidar ittifak halinde olarak toplumsal değerlere saldırmaktadır.
Son günlerde devlet yetkilileri Aleviliğe yönelik devşirme dinamiğini, “Alevisiz Aleviliği” resmileştirmek için büyük bir gayretin içine girmiştir. Alevi Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığı mensupları, Balım Sultan’ın takipçileri, Neo Osmanlı’nın kayyımları, Türk-İslam Aleviliğinin “maaşlı memurları”, ham ervahlar, talip hanesine niyaz olmaktansa kadı divanında icazetname alarak misyona başladılar. “Sorma be birader mezhebimizi /Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır” diyen Nesimi’ye inat binlerce yıllık Reya Heq Alevi süreklerini Türk-İslam anlayışının birer alt birimi, mezhebi, kültürü haline getirmeye sorumluluk almışlar. Sorumluluk rızalık üzerine ise, topluma delîl oluyorsa, birlik meydanı açıyorsa, Hak aşkı Xızır gayretini içinde barındırıyorsa, kemalet kazandırıyorsa bir anlam ifade eder. Alevi hakikati Hak meydanında, Pir divanında, ana kadının kemaletinde ikrar ve rızalığı esas üzerinedir. Aleviler, Rızalıkla alınmayan her kararı “Meclis-i Riya’nın” kararı olarak kabul ederler. Bundan dolayıdır ki, Nesimi tarihi vasiyetinde “Uğratma meclis-i Riyaya bizi” demiştir. Bu hakikatten hareketle söz konusu kurum, kurumda görevli olan “memurlar” Alevi süreklerini temsil edemez.
Alevi inancında Pir talibin hanesine niyaz olur, ayağına gider, talip pire gitmez. Yol talip ile başlar, cümle can yola taliptir. Hak da yola taliptir. Talibin hanesi cemxanedir, Nurxanedir, birlik meydanıdır. Talip bu inancın, rıza toplumunun kadrosudur. Bütün zorluklara rağmen uçurumun kenarında kanatsız uçmasını bilendir. Pir de yola taliptir. Bu hakikat orta yerde dururken Alevi dernek hattının “Cem evleri ibadethanemizdir” söylemi hakikati ne kadar dile getirir? Cümle canı Hakkın görünür olduğu mekan olarak kabul eden bir inancın ibadet mekanını sadece cem evlerine sığdırmak, deryayı hapsetmek manasına gelmez mi? Bu istek ve söylem xane/xanî cemlerini, talip xanelerini görmezden gelmez mi? Ocak kurumunu etkisiz hale getirmez mi? Binlerce yıldır ocaklarda kemalet kazanıp, talip hanelerine giden pirleri “Cem Evi Dedesi” şeklinde tanımlar, Aleviliği cem evlerine sığdırırsanız, cem evleri resmi ideolojinin “yeniden üretim merkezleri” haline gelirse, öz ve biçim birbirinden uzaklaşmaz mı? iktidarın her türlüsünün müdahale alanına dönmez mi? Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Alevi kurumları, cem evleri gezilerek, öneriler alınarak bu proje oluşturuldu” minvalindeki söylemleri ne anlama geliyor? Bu görüşmelerden sonra “devşirme dinamiğinin” devreye girmesini nasıl okumalıyız?
Önce özde yabancılaşma başladı. Özde başlayan yabancılaşma, hakikat yitimi biçime de yansıdı. Bu yabancılaşmanın sonucu olarak Alevi erkanlarında, dilinde, geleneğinde asimilasyon, yabancılaşma başladı. Özellikle doksanlı yıllarda demokratik siyasetin yürütücüleri katliamlara uğrarken; emek, barış, demokrasi ve insan hakları ile ilgili sendikalar ve dernekler büyük baskılar görürken, demokrasi mücadelesi verenler bir bir faili meçhullere uğrarken, Alevi derneklerinin devletin en üst düzeyde temsilcileri eliyle açılmasının nedeni neydi? İç ve dış iktidar odaklarının el ele vererek “Türk – İslam Aleviliğini”, ya da devletin kontrolünde “bir asimilasyon tuzağı olarak Şiileşme” çalışmaları Aleviliğin özünü boşaltma, öze müdahale anlamına gelmiyor mu? Şiileştirme bir rejim değişikliği olduğu halde bu çalışmalara niye meydan açılıyor? Bütün bu resmi anlayışın, toplumsal mühendislik projelerinin “Kürt anasını görmesin!” siyaseti ile bir ilişkisi var mı? Aleviliğin özünü boşalttıktan sonra, tüm maddi, manevi değerleri çarmıhta can verdikten sonra kimlerin, hangi partilerin yaptığının önemi var mı? Alevi kurumsal hattı kabul ve red ölçülerini neye göre yapmalıdır?
Aleviliğin özü toplumsal hafızasıdır; hakikattir, rıza toplumudur, ocak kültürüdür, kültürel direniştir, komünal yaşamdır, farklılıkların ikrarlı birliğidir, Pirlik kurumudur, ana kadının kemaletidir. Öz, tarihsel arka plandır, kavramlar ve kuramlardır, mana derinliği, ikrar ve rızalı yaşamdır. Nahak zihniyetin kirinden, pasından dur (uzak) olma halidir. Nahak zihniyetten ruhsal, zihinsel olarak dur olmayan durbîn/ dürbîn (öngörülü) olamaz. Aleviliğin özü ahlaki-politik toplumun özüdür, derya toplumudur. Öz yok edildi mi, zihinsel, anlamsal, kuramsal mana da yok olur. Böyle bir durumda çarpıtılmış, inleyen, teslim alınan bir Alevilik söz konusudur ki, bunun adı yabancılaşmadır. Zihinsel ve anlamsal mana derinliğinden uzaklaşan bir toplum “aslını inkar” edendir, haramzadedir. Çarpıtılan öz, çarpıtılan hakikat, biçimi de taşıyamaz. Alevi süreklerinde ritüellerin, dilin, mananın bozulmasının nedeni budur işte. Biçim öz üzerinden form kazanır.
Alevi Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığı, Neo Osmanlı’nın Alevilere yönelik siyasetinin sonucudur. Yeni güçlerin Türkiye’yi yeniden yapılandırmaları durumu söz konusudur. Bu yeni yapılandırmanın din-inanç alanında da bir değişimi kapsayacağı muhakkaktır. Yeni yapılandırmada Alevilik de söz konusudur. Mevcut Alevi dernek hattı bu sürecin dışında kalamıyor. Alevilikteki kültürel direniş damarını, özerk olan ocak sisteminin etkisiz hale getirilmesi konusunda resmi muhalefet ve iktidar partileri el ele vermiş durumdalar.
Alevi Bektaşî Kültür ve Cem Evi Başkanlığı, 1500’lerde Balım Sultan’ın Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı’na kayyum olarak atanması misyonunu yerine getirmek için oluşturulmuştur. Balım Sultan ile beraber Bektaşi toplumu parçalanır, birlik dağılır, kültürel direniş damarı zayıflar. Bu atamaya itiraz edenler, kadim geleneği devam ettirmek isteyenler, örgütlenenler kılıçtan geçirilir. Alevi Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığı üzerinden de Alevi toplumsal hakikati parçalamak, asimile etmek istenmektedir. “Toplumsal Hakikatin parçalanması her türlü yabancılaşmanın temelidir.” Bu yönlü asimilasyon politikaları Alevi toplumuna karşı yürütülen en büyük savaş anlamına geliyor.
Alevi toplumu varlığı, birliği, kimliği, doğası tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk edilmeye zorlanmaktadır. Bu anlayış Alevi toplumunu kitlesel çarmıha germek, toplum kırımına uğratmak manasına gelir. Binlerce yılda oluşan Alevi kültürü hiçbir zaman günümüzdeki kadar asimilasyona uğramamıştı. Toplumu homojenleştirme, baskı altına alma, asimile etme, göçertme, kontrole alma siyaseti ile sorunlar çözülmez. Alevilerin sorunu milyonlarca kişiyi ilgilendiren toplumsal bir sorundur. Sorun toplumsal olduğu için çözümü de söz konusu toplumsal sorunun çözümünden geçer.