İktidar ülkeyi uçurumun kenarına sürüklemekle kalmadı, ‘resmi’ muhalefetin de katkılarıyla tüm toplumun geleceğe yönelik umutlarını tüketerek büyük bir karamsarlık yarattı. Geleceğe dair umudunu yitiren yığınlar büyük bir belirsizlik içinde boğularak uçurumdan aşağıya doğru baktıkça uçurum da onlara bakmayı sürdürüyor. Oysa uçurumun kenarında kanatlanmak gerek…
Otoriter şefçi rejimin artık belirgin bir biçimde stratejisine dönüşmüş olan toplumsal gerilimleri derinleştirme ve bundan beslenen şiddet yoğunluklu siyaset anlayışı bu karamsarlığın belki de en önemli nedeni. İktidar toplumsal fay hatlarındaki gerilimleri körükleyerek bunlardan beslenmeye devam ediyor. Ayrımcılıkla, nefret söylemiyle, düşman hukukuyla, insan hakları ihlalleriyle ve demokratik siyasetin tasfiyesiyle, çoklu kriz yaratan bir mekanizmaya dönüşmüş sistemiyle yaratmış olduğu yıkım inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda.
Geride bıraktığımız Mayıs Seçimleri’nin sonuçları tüm bu olumsuz gidişatın sonlanamayacağına dair duygu halini çoğu insanın omuzuna yeni bir umutsuzluk olarak yükledi. Çoklu krizin bu boyutlarda derinleştiği bir zaman aralığında nasıl oluyor da iktidar yıkılamıyor sorusunun yanıtı muhalefetin ittifak konusundaki başarısızlığına bağlandı. Ortada başarısız bir ittifak girişimi vardı ve bunun sonuçları olabildiğince yıkıcı sonuçlar doğurmuştu.
Gerçekten böyle mi? İttifak yapamamanın nedeni siyasi beceriksizlik mi, yoksa uçurumun kenarında kanatlardan yoksun olmak mı? Eğer sürüklendiğiniz yer uçurumun kenarıysa burada size gerekli olanı bilmek ve bulmak zorundasınız. Şimdi yeniden önemli bir sürecin eşiğindeyiz. Bize gerekli olanı bu kez bulmak zorundayız!
Bir seçenek yaratmak, bir çözüm üretmek, bir fikriyatın peşinden ısrarla gitmek, hayallerimizi ve umutlarımızı yitirmemek için şimdi daha çok mücadele etme zamanıdır. Gecenin en karanlık anı aydınlığa en yakın olduğumuz zamandır diyerek umudu en zor anlarda bile büyütmek zorundayız. Bunu bize söyleten paradigmamızdır, onlarca yılın mücadele birikimidir. O nedenle doğru yerden başlamak, stratejik hattımızı doğru bir biçimde oluşturmak zorundayız.
Bugün cezaevlerinde açlık grevleri var. Cezaevlerindeki olumsuzluğun en dramatik koşullarına rağmen var edilen bu eylem inatla uçuruma bakmamaktır. Demokrasi mücadelesinde, demokratik çözümde ısrar etmektir. Bunun mümkün olabilirliğine inanmaktır. Kısaca doğru yerden başlamak konusunda yol göstermektir. Karamsarlık bataklığında tüm duyarlılığını yitirmiş toplum henüz açlık grevlerinin gücünün farkında değil. Cezaevlerinden gelen bu tepkinin ne kadar güçlü bir uyarıcı olduğunu beş yıl önceki hatıralarımız bize anlatıyor…
Doğru yer İmralı’dır. Doğru başlangıç Öcalan ile başlamaktır. Doğru strateji Üçüncü Yol’dur. Bu başlangıcı yapamadığımız sürece umutsuzluğun orta oyunu devam edecektir. Faşist iktidarın çözümsüzlüğü yegâne seçenek olarak sunma haline son verebilmek için kararlılığın peşinden gidebilme cesaretini mutlaka göstermek gerekiyor.
Şimdi yeni bir seçim arifesindeyiz. Yerel Yönetim Seçimleri’ne çok az bir süre kaldı. Seçim hesapları, seçim pazarlıkları, aday belirleme meseleleri, ittifaklar gündemin baş köşesine oturmaya başladı. Oysa gündem faşizmle mücadele etmek olmalı. Gündem Kürt meselesine nasıl çözüm üretileceği üzerinden gelişmeli. Gündem savaş karşıtlığıyla yoğrulmalı. Bu konuların hiçbiri maalesef muhalefetin gündeminde değil. İktidar için zaten kendi beka meselesinin dayanağı bunların gündem dışı kalmasıdır.
Şimdi acil olarak demokratik bir cepheyi bu süreçte mutlaka inşa etmeliyiz. Toplumsal ittifak dediğimiz çıkışın aklı bir demokratik cephe olarak örülmelidir. Bu cephenin önceliği demokrasi mücadelesi çeperinde Kürt meselesinin çözümsüzlüğünü tecritten kurtarmak, kayyımlara son vermek, yerel demokrasiyi güçlendirmek, siyasi tutsaklıkları bitirmek başta olmak üzere umutsuz kalmış topluma umuttan kanatlar üretmek olmalıdır…