Eskilerin deyimi ‘seçim sath-ı maili’, yeni ifadesi ile eğik düzlemi esasen izafi bir kavram. Aslolan, öznenin bu eğik düzlemin neresinde durduğu. Eğer eğrinin dibindeysen önünde yukarı doğru nefesinin yettiği kadar koşmanı gerektiren zorlu bir yokuş var. Düzlemin tepesinde isen, bu kez de aşağı doğru yuvarlanma riski ile karşı karşıyasın demektir.
31 Mart 2019 yerel yönetim seçimlerine günler kala, tarih boyunca eğrinin dibinden yükselmeye çabalayan sol muhalefet her zaman yaptığı gibi öncelikle umudu büyütüyor. “Bu sefer tamam, bizim devrimiz geldi, yukarılar bizi bekliyor” beklentisini büyütme çabasındaki bir sol muhalif söylem git gide yaygınlaşıyor. Seçime ezeli bir üstünlükle gireceğinden emin sağ ise önünde uzanan ve dibi görünmeyen bayırın başında panik görüntüleri sergiliyor. Kaybedeceği her belediyenin aşağı doğru yuvarlanışını hızlandıracak bir risk olduğunun farkında. ‘Beka meselesi’ tanımı bu farkındalığın ürünü.
Seçime bir hafta kala bu tablo çok daha açık seçik bir netlik kazandı. Cumhur İttifakı’nın Ankara mitinginde Devlet Bahçeli beka meselesinin altını daha net çizmek amacıyla yaklaşan seçimleri ‘uçurumdan önce son çıkış’ olarak tanımladı. Bir anlamda muhalefetin yapamadığını yaptı ve ülkenin uçurumun kenarına geldiğini ilan etmiş oldu.
Bütün sözlerin sabun köpüğü kadar ağırlık taşıdığı seçim ortamında bu söz de gerektiği gibi değerlendirilemedi. Uçurum metaforunun ömrü birkaç saat içinde, ardından gelen diğer seçim haberleri, propaganda gürültüsü arasında silindi gitti. Kimse “Ne yaptınız, nasıl yaptınız da 16-17 yıllık iktidarınızın sonunda ülkeyi uçurumun kıyısına getirdiniz?” diye soramadı. Aynen ne oldu, nasıl oldu da ülkenin bir beka sorunu ile karşı karşıya getirildiğini sorgulamadığı gibi.
Türkiye, meselelerin nedeninin sorgulanmamasının bedelini oldukça ağır ödemiş bir ülke. Herkesin bir kenarından nemalandığı, o yüzden de yanı başında olan biteni görmemeyi yeğleyen bir anlayış, zaman içinde neredeyse bir milli mutabakat atmosferi yarattı. Bu iklimde şişen şişirilen ‘milli’ egodan kendini büyük bütünün içinde tanımlayan herkes nasipleniyor. Ülkenin kuruluş harcından gelen bir özellik bu. “Ne mutlu büyük bütündenim diyene.”
Beka tartışmalarında muhalefet, söz konusu olanın iktidarın bekası olduğunu, ülkenin bekası olmadığını savladı. Iskalanan gerçek ise iktidarın aynı zamanda büyük bütünü temsil ettiği gerçeğiydi. Dolayısı ile imar affından yeşil kartına, tecavüz davasında iyi hal indiriminden kömür yardımına, doğru tartmayan adalet terazisinden soğan, patates ithalatına, Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılma hevesinden IŞİD destekçiliğine, korucu kayırmacılığına, taşeron, ustabaşı, dayı başı sömürüsüne, her türlü denetimden muaf mutlakıyet rejimine kadar bu çarpık düzenle geçinebilenlerin, uyum sağlayanların, yolunu bulanların beka sorunudur sözü edilen.
Ülke olarak uçurumdan önceki son çıkışı belki de çoktan geçtik de Bahçeli bunun farkında değil. O sadece iktidarın, tek adam yönetiminin bekasını dert ediniyor. Siyasi kariyerinde doğa talanından emek sömürüsüne, tarımın, hayvancılığın yok edilmesine dair hayati önemdeki meselelerde söyleyecek sözü olmayan Bahçeli’nin tek derdi ülkeyi uçurumun kenarına getiren düzenin bekasından ibaret. Bu dert onu geçmişte etmedik hakaret bırakmadığı Erdoğan’ın yanında hizalanmaya, stepnesi olmaya kadar getirdi.
Ne tuhaf, II. Dünya Savaşı öncesinde Alman toplumu da uçurumdan önceki son çıkışı atlamıştı. Hitler’in propagandaları ile egosu iyice şişen Almanlar savaş sonrasında havaları sönünce acı gerçekle yüzleşmek zorunda kaldılar. Alman toplumu, düştüğü uçurumdan 15-20 yıl gibi kısa bir sürede toparlanıp çıkmayı başardı. Sanayisini yeniden kurdu ve bir kez daha refah düzeyi yüksek ülkeler arasında yerini aldı.
Uçurumdan önceki son çıkışı kaçırmak belki de sanıldığı kadar kötü değildir. İş, yeniden toparlanmayı bilmekte. Yanlış yolda ilerleyerek doğru hedefe varmak mümkün değil.