Ülkede yaşam arz-talep meselesine dönüşüyor, ekonomide yaşanan sıkışma, doğa talanında artışı yaratırken, öte taraftan adalet, demokrasi, insan hakları, ekmek arayışını da artırmaktadır. Birileri kaybolan paraları soruyor, kimileri kaçan insanları, kimisi kaçan atları soruyor. Buna karşın kamyonlar patates torbalarıyla halka dağıtım için yollara düşmekte ve sıkışan ekonomi Kanal İstanbul’da diretmekteyken, tonlarca patates üretecek tarım arazilerini yok edeceği öngörülmektedir. Sokaklarda yakaladıkları mikrofonlara korkarak derdini döken insanlar, patates değil çalışmak istiyor.
Ve yıllardır kaybolan paralardan önce Cumartesi Anneleri’nden Barış Anneleri’ne adalet aranırken, aynı adaleti -artık- herkes arıyor. Sonrasında salgın artıyor, kimisi aşı arıyor, kimisi salgında artan vaka ve ölümlerin sorumlusunu arıyor, yetkililer sorumluluğun halkta olduğunu, failin 84 milyon olduğu söyleniyor. Ve kısmi kapanmalar başlıyor. Özetle yaşanan tükenişte herkes bir şeyler arıyor, gözler birini arıyor, öyle ki artık Hızır’ı arıyor.
Çorlu tren kazasında çocuğunu yitiren anne adalet arayışında soluğu komada alıyor, Gülistan Doku hâlâ aranıyor, bulunamıyor, Batman’da barış annesi Muhlise Kına yiten çocuklarını, barışı meydan meydan ararken salgında yaşamını yitiriyor, Kanal İstanbul’a itirazlar çoğalıyor, Lice’de köylerde baskınlar, ormanlara kepçeler giriyor, Nerdüş’te kömür akıyor, Datça’da talan… Derken koca bir geçmişi sular altında bırakılan Hasankeyf için, yetkililer geçmişi geleceğe bağlayan beton, asfalt karışımı köprülerin müjdesini veriyor.
Ve bazen adaletin işlediğine inananlar oluyor, Ahmet Altan bırakılıyor, her an bir itiraz gelip tekrar içeri alınması beklenirken, hayır bu kez öyle olmuyor, adaletin ışığını az da olsa görenler, içeride 100 binleri, dışarıda sürgünleri bir an olsun unutuyor. Buna karşın Boğaziçi’nde direnen öğrencilerin yanında kayyumsal hareketler yaşamın her alanında kayyumlaşırken, Diyarbakır’da kayyum ağaçlarla dolu Sanat Sokağı’nı birkaç haftada ortadan kaldırarak asfalt ve betona boğuyor. Aynı hareketler Sur’da yarım kalan Toledo aşkını sürdürüyor, yetmiyor kentin diğer noktalarında da kentsel dönüşüm celpleri evlere gidiyor, gasp devam ediyor, Toledo evleri satılamıyor…
Televizyonlarda aynı simalar her gün yapılan anketlerin sonucunu açıklarken, birilerinin kaybedeceğini, diğerlerinin kazanacağını dile getiriyor lakin yaşanan tükenişi unuttur-a-mıyor. Futbolun yerini alan diziler, holigan taraftar duyguları yerine milliyetçi duyguları artırırken, cepler dolmuyor, pazara boş ceplerle gitmek istemeyen evin reisi babalar yerine kadınlar pazarlara boş ceple giderek, cepsiz geliyorlar. Ana muhalefet sorunun ekonomik olduğunu söylerken, ikinci cümlede iktidar hayaline göz kırpıyor.
Ve her-kes kendi kaybettiklerini arıyor, kendi sorununa çözüm arıyor, toplumsal arayışlar bireysel -kitle- arayışlarına dönüyorken yaşanan tükeniş, yok oluşa evriliyor. Salgında sıkışan toplumsal hareketler, meydanlardan kopunca, sosyal medyada demokrasi, adalet, aranıyor. Twitter’da herkes avukat-laşmakta, yargıçların görüş birliği için imza kampanyaları artıyor. Genç şair, yazar kadın arkadaş Sultan Gülsün; aşağıdaki dizelerle durumun özetini sunarken:
Şurayı imzalayın
Şuraya da bir imza
-ama aynı gerçeklik boğuyor birçoğumuzu kararlı koridorlarda.
Ve herkesi boğan aynı gerçeklikken, bireye, yerele inen toplumsal muhalefet sosyal medyada bir gecede onlarca hashtag’ler açıyor. Kanala itirazları çoğaltırken, Şırnak’ta, Lice’de ağaç kesimlerini -güvenlik meselesi- diyerek benzer itirazlarından imtina ederken, -erkek- kimi muhaliflerin LGBTİ+’lara olan düşmanlığı, toplumsal bir ahlak aşkıyla birleşince -İstanbul Sözleşmesi’nin- bir gecede ilga edilmesine gözlerini kapatmaktadır.
Hal buyken Nerdüş Çayı’na kömür akıtan fabrikaya ceza kesilmesine rağmen fabrika kapanmıyor, Kanal İstanbul inadı, Datça’da talan sürüyor, Şırnak’ta, Lice’de 90’larda başlayan köy boşaltmaları, bugün aynı mantıkla ormanları yok ederek aynı sonucu almak isterken, kadınların yarın kimin taciz, tecavüz veya katledileceği korkusunu çoğaltmaktadır.
Ve Ahmet Erhan’dan bir alıntıyla:
Bir uçurumun önünde sabırla bekliyoruz,
Taşlar atıyoruz ara sıra boşluğa
Uçurum dolacak bir gün ve biz
Karşıya geçebileceğiz diye…