Yaşadığımız dem-i devran, içinde bulunduğumuz zorluklar; Kürtlere, Alevilere, demokrasi güçlerine tarihi sorumluluklar yüklemektedir. Hemen hemen her gün Alevilere, Kürtlere, farklı kimliklere yönelik ağza gelmeyecek ithamlarda bulunmak neredeyse günün amentüsü haline gelmiştir. Demokratik siyaset adına topluma verecek bir şeyi kalmayan partiler iyi veya kötü söylemlerle yine Kürd’e yönelmektedirler. Artık söylenen sözler manasız kalmıştır. İster Cumhur İttifakı, isterse Millet İttifakı olsun Kürtler ve Aleviler üzerinden söz kurmadan siyaset yapamaz duruma gelmişler. Görünen odur ki bütün partiler Kürtler ve Aleviler ile ilgili (iyi-kötü) söz kurmadan siyaset yapamıyorlar. Cumhur İttifakı, Millet İttifakı’nı eleştirirken yine Kürt ve Alevilik üzerinden vurmaktadır. Dönemsel aktörler değişse de resmi ideolojinin söylem setinde değişen bir şey yoktur; yönetmen aynı yönetmendir.
Dün “mülhit, zındık, kafir” olarak tanımlanan Aleviler günümüzde ise “Türk İslam Aleviliği” şeklinde tanımlanarak resmi ideoloji içine hapsedilmek isteniyor. Aynı söylemler Kürtler için de farklı düzeyde dile getirilmektedir. Özellikle Cumhur İttifakı mensuplarının seçim sürecinde Millet İttifakı’nı eleştirirken; “Kandil ittifakı, terör ittifakı, darbe girişimi, terör propagandası, şer ittifakı, beka sorunu” gibi ırkçı, ayrıştırıcı söylemlerde bulunmalarını bilinçli tercih olarak okumak gerekiyor. Bu söylemlerde hedeflenen Millet İttifakı değil, demokratik Kürt siyaseti ve bileşenleridir.
Türkiye siyaseti içerisinde farklı söylemlerle dile getirilen “ötekileştirici, ırkçı” resmi söylemler bir ulus-devlet sapması olarak kabul edilemez. Bu bakış açısı daha çok Osmanlı’dan Cumhuriyet modernitesine devriye olan sosyo-politik aklın bir sonucudur. Resmi ideoloji belirli düşünce kalıplarını inşa ederken, bu düşünce kalıplarının red ve kabul ölçülerini de inşa eder, bu inşayı “ötekilerin” başına musallat eder. Bu inşa sürecinde devletçi resmi söylemler “tez” olurken, bu tezin karşısında komünal yaşamın kültürel direniş damarını yaşatan, demokratik güçlerin bilinci ve duruşunu temsil eden “anti-tezi” vardır. İktidarcı anlayış iç ve dış düşman algısı ile toplumun demokratik değerlerini gasp ederken, baskı ve denetim altına alırken; kültürel direniş damarını Hak bilen, bu değerlere sahip çıkan hakikatçı bir damar da sürekli devriye halindedir. “İki ana nehir” şeklindeki rıza toplumu süreklerinin Nahak zihniyete karşı direnişi hala devam etmektedir.
Ortadoğu ve Mezopotamya’da rıza toplumu sürekleri bu direniş damarının savunuculuğunu yapmaktadır. Kürtler ve Hak Yol süreklerinin direniş damarı bu geleneği anda yaşamaktadırlar. Anda yaşam tarihin kendisidir. Direniş kendini kanıtlamadır; kendini kanıtlayanın tarihi vardır. Kürtlerin hakikat ve özgürlük arayışı, demokratik siyaset anlayışı “Üçüncü Yol” içinde bu geleneği sahiplenmektedir. Emek ve Özgürlük İttifakı “Üçüncü Yol” geleneğinin sonucudur. An itibariyle “Yeşil Sol” ile birlik oluşturan “Üçüncü Yol” ittifakı tarihi bir ittifaktır. Bu ittifakın amacını seçim ile sınırlamak tarih bilmemektir, Dürbîn olmamaktır, öngörüsüzlüktür Yapısal krizin derinleştiği, her şeyin belirsiz olduğu, yarının ne olacağının bilinmediği, hiçbir şeyin öngörülmediği şu demlerde “Üçüncü Yol” dertlere derman, hastalara şifadır. Cumhuriyetin birinci yüzyılında resmi ideolojinin yaratmış olduğu “toplum kırım” siyasetinin, ikinci yüzyılda devam etmemesinin tek garantisi “Üçüncü Yol” ile ruhsal ve zihinsel ikrarlaşmadır. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında zor ve ideolojik aygıtların karşısında durarak, bütün sistem karşıtı güçlerin bir arada eşit ve özgür yurttaş temelinde yaşamanın teminatı “Üçüncü Yol” ittifakıdır.
Zamanın ruhu birlik olmayı öngörmektedir. Birlik olmayla ilgili söylenecek her söz, girilecek her gayret tarihe not düşmek anlamına geliyor. Birlik nurlanmaktır, delil olmaktır, zulme karşı direnmektir. Bir olmak, diri olmak, nefis deryalarına karşı durmak direnişi özde yaşamaktır, ikrara bağlı kalmaktır. Birlik meydanında sistem karşıtlığını özde yaşamayanların kelam ustaları olmaları bir anlam ifade etmiyor. Hakikati özünde yaşamayan oluşumlar yoğun bir mücadele içine girseler de sistemiçileşmekten kendilerini kurtaramazlar.
Resmi ideolojiyi aşamayan, yeni bir inşa siyasetine girmeyen partilerin, ittifakların, kelamı manasız, cansız ve ruhsuz kalmıştır. Toplumsal hafızada karşılığı olmayan her söz çiğ sözdür. Toplum sadece söylenen söze değil, sözü söyleyenin geçmişine de bakar. Sözü söyleyenin pratiği geçmişi bugünle, bugünü geçmiş ile buluşturmadıkça bir anlam ifade etmiyor.
Seçimlere üç gün kala her canın özünü yoklaması gerekiyor. Xızır hakikatini kendine delil yapan her canın “Yeşil Sol” ağacını “yaşam ağacı” olarak kabul etmesi gerekiyor. Temel ilke “bir oy Yeşil Sol’a, bir oy Kılıçdaroğlu’na, biz varız, buradayız, birlikte değiştireceğiz” kelamı ile seçimden sonra yeni yaşamı inşa etmektir.
Sesimizle, kelamımızla, rengimizle, ruhumuzla, zihnimizle, farklılığımızla, kimliğimizle, tercihlerimizle içinde biz yoksak, biz üretemiyorsak siyaset siyaset değildir. Tekçi zihniyetin siyaset anlayışına karşı birlikte el ele vererek cumhuriyetin ikinci yüzyılında demokratik siyaset için “Yeşil Sol” ittifakıyla bütünleşmek cümle cana delîl olmaktır.
Zaman, her canın kendi darını kurma zamanıdır. Ayrılmak, birlik olmamak zulmattır. Rıza toplumu süreklerinin çektiği bütün acılar zulmattan kaynaklıdır. Yüzyıllık yaşanmışlık, zulmat deryası her canın bilincinde yer edinmelidir. Mesele sadece bir oy kullanma meselesi değildir. Bunca yaşanmışlığa karşı kendini ortaya koyma, ispatlama, meydan açma, düşünme, tarihsel sorumluluk alma, eyleme geçme zamanıdır.