HDK Eşsözcüleri Esengül Demir ve Cengiz Çiçek ile tartışılan Üçüncü Yol’u, toplumsal mücadele zeminini ve çıkış yollarını konuştuk: Üçüncü Yol, HDK/HDP’nin varlık gerekçesi olarak da adlandırılabilecek bir mücadele hattı, çizgisi. Esasında Üçüncü Yol’u, İslamcı ve ulusalcı hegemonyalar dışında ezilenlerin tarihsel ittifakı olarak ele alıyoruz
İnan Kızılkaya
AKP/MHP iktidarı her alanda çıkmaz yaşarken, HDP’nin ‘Demokrasi İttifakı’ deklarasyonuyla başlayan tartışma toplumsal/siyasal alanın farklı kesimlerince yeni boyutlarla tartışılmaya devam ediyor. Kuruluşundan beri mevcut politik aktörlerden farklı olarak siyaseti sadece temsiliyet üzerinden değil, doğrudan toplumun ihtiyaçları ve katılım mekanizmaları üzerinden gören Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) Eşsözcüleri Esengül Demir ve Cengiz Çiçek ile hem bu ittifak önerisini hem de sorunlara yönelik toplumda yükselen demokrasi beklentisi ve çözüm önerilerini konuştuk. Demir ve Çiçek, sorularımıza ortak yanıt verdi.
HDP eylül sonunda “Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu” yayınladı. Farklı kesimlerden genellikle olumlu tepkiler alan bu çıkışı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında deklarasyon, HDK/HDP’nin kuruluş ilkeleri ve hedeflerini, yeni politik zeminler, konjonktürel durumların açığa çıkardığı ihtiyaçların tekrardan gözetilerek kamuoyuyla paylaşılmasıydı. Buradan hareketle ve bir gelecek tasavvuru açısından HDK/HDP’nin ve onun çatısı altında yan yana duran Kürt halkının, sosyalistlerin, devrimcilerin, kadınların, emekçilerin ve ekolojistlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin önemini görmek, buna vurgu yapmak ve bu çizgiyi toplumsal zeminde büyütmek daha kıymetli ve öncelikli görünüyor. Deklarasyon, faşizmin yenilgisinin ve demokratik cumhuriyetin inşasının yol haritasını net bir şekilde vurgulaması itibariyle kıymetli görülmeli. HDP yayınladığı deklarasyonla sistem siyasetinin seçimlere sıkıştıran iktidarcı, sığ sularının ötesinde toplumsal demokratik dönüşümün mücadele araçlarını, ilkelerini ve buluşma zeminini gösterdi. Bu durum nesnel olarak kabul edilmezse faşizme karşı mücadele olarak ortaya konan şeyin aslında basit bir iktidar değişimini hedeflediğini, bunun da ülke halklarının ve inanç gruplarının, kadınların, emekçilerin çıkarına olmadığını, tersine sermaye gruplarının ve siyasal elitlerin çıkarına olduğunu bilmek, görmek gerekir.
CHP’siz savaş tezkeresini Meclis’ten geçiren AKP-MHP ve destekleyicisi ulusalcı koalisyonun güç kaybettiği zeminde farklı muhalif kesimler de ‘demokrasi ittifakı’nı tartışıyor. Siyasi güçler açısından tartışılıyor ama biz toplumsal dayanaklarını sormak istiyoruz. Toplumda demokrasi ittifakı nasıl inşa edilebilir?
Cumhur İttifakı olarak kendini toplumu dayatan faşizmin yenilgiye uğratılması nasıl bir zorunluluksa başta Kürt sorunu olmak üzere ülkenin en yakıcı sorunlarıyla cesur bir şekilde yüzleşemeyen salt AKP-Erdoğan karşıtlığı üzerinden, bunu derinleştirerek iktidar alternatifi olmak isteyen Millet İttifakı’nı da mahkûm etmek politik ahlaki görevimiz gereğidir. Demokrasi ittifakını da buradan ele almak gerekiyor. Uzunca süredir siyaseten oluşturulan iki kampın, Millet ve Cumhur İttifakı kamplarının toplumsal iktidar perspektifinden yoksun, salt siyasal parti iktidarına odaklı tarzları aşılmadan gerçek bir toplumsal demokrasiye ulaşamayacağımız da tecrübeyle sabit artık. Toplumsal muhalefetin öncelikli görevi de siyasal partilerin kendi dar ideolojik çıkarları uğruna toplumu aldatan, manipüle eden, özel savaş zehrini halklara enjekte eden, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı dil ve tarzlarının önüne geçmektir. Resmi paradigmanın temsilcisi olan siyaset kurumu ise sorunları doğru tariflemek yerine doğru tariflememenin binbir yolunu arıyor ve bu özelliğiyle de hakikat kırıcı bir rol üstleniyor. O zaman işe toplumun çıkarlarının ve siyaset kurumunun çıkarlarının bire bir aynı olmadığı, örtüşmediği gerçeğinden hareket ederek başlayabiliriz. Bu yönüyle toplum ve devletçi-iktidarcı siyasetler arasında uzlaşmaz çelişkiler mevcut ve bu durum baki. Toplum ve hakikat düşmanı siyasal anlayışın kaybetmesi ve halkların demokratik yaşam düzeninin kurulması için de tek başvurabileceğimiz yol, toplumun kendi sorunlarını kendi tartışacağı, kararlaştıracağı ve planlayabileceği öz zeminlerin oluşturulmasıdır. Buna meclis diyebilirsiniz, komün ya da kooperatif diyebilirsiniz; bir işçi, kadın, inanç ve yöre derneği de diyebilirsiniz. Ancak öz ihtiyaçlar üzerinden hâsıl olmuş toplumsal örgütlenmeler, siyasal parti örgütlenmelerini nitel ve nicel olarak aşmadığı, kuşatmadığı ve sarmadığı sürece toplumsal demokrasi ittifakı mümkün olmayacaktır. Burada kastedilen burjuva siyaseti karşısında toplumun ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal bir radikal hegemonya kurmasıdır.
Toplumsal muhalefette önemli bir mücadele çizgisi olan HDK olarak son kongrenizde ‘Üçüncü Yol’ önermenizin amacı ve kapsamını açar mısınız?
Öncelikle belirtmek isteriz ki Üçüncü Yol, HDK/HDP’nin varlık gerekçesi olarak da adlandırılabilecek bir mücadele hattı, çizgisi. Bu açıdan bizim için yeni bir önerme değil, tüm birey ve bileşenleriyle bir aradalığımızın yapı harcı da denilebilir. Esasında Üçüncü Yol, Türkçülük ortak paydasında kendisini Türkiye ve Kürdistan halklarına dayatan İslamcı ve ulusalcı hegemonyalar dışında halkların eşitliğini, inançların özgürlüğünü esas gören, kadın, emek ve doğadan yana tavır alan bir demokratik toplumsal mücadele perspektifine dayanıyor. Yanı sıra tarihsel bu iki hegemonya dışında üçüncü seçeneğin var olduğunu ve bu seçeneğin kendisini politik toplumsal iktidar alternatifi haline getirmesiyle Cumhuriyet’in demokratikleştirileceği bilinciyle hareket ediyor. Sonuç itibariyle ezilenlerin tarihsel ittifakı olarak ele alıyoruz Üçüncü Yol çizgisini ve yine bütün bu ezilen kimlik dinamiklerini içine alarak ve ortak mücadele araçlarını oluşturarak yeni bir yaşam hayalini gerçekleştirebileceğimize inanıyoruz.
Ancak Türkiye’deki son siyasal gelişmeler ışığında halkların özgür ve demokratik geleceklerine dair ortaya çıkan riskler ve avantajlar, Üçüncü Yol çizgisi üzerinde daha ısrarla durmayı, bu çizgiyi toplumsal muhalefetin temel mücadele çizgisi kılmayı ve halkların daha fazla sahipleneceği bir politik mücadele hattı haline getirmeyi zorunlu kılıyor. “Ulus devlet kendisini ikinci yüzyıla nasıl tahvil edecek? İki tarihsel hegemonyanın büyüyen kavgasında fırsatlar ve dezavantajlarımız nelerdir?” gibi sorulara vereceği cevaplar ve bunun pratik yürüyüşü, Üçüncü Yol mücadelesinin de testi ve geleceği konusunda kader tayin edicidir. Dolayısıyla artık bugüne kadar biriktirdiklerimizle yetinemeyiz. Ne Türkiye eski Türkiye ne de dışımızdaki iki hegemonya olduğu yerde buz tutmuş. Her aktörün oyunu yeniden yeniden kurduğu, türlü yol ve yöntemlerle kendisini yenilediği ya da ayakta tutmaya çalıştığı bir dönemde bizlerin de mücadele ve büyüme problemlerimize daha fazla kafa yormak gibi bir önceliğimiz olmalı. Bu yeni hedefler ışığında HDK, faşizmi yenilgiye uğratacak toplumsal yığınağın oluşturulması ve sonucunda ortaya çıkan yeni durumun bir demokratik toplum inşasına kanalize edileceği bir siyasal mücadele kültürü açığa çıkarmanın öncülüğüne soyunmalıdır.
Ekonomik sorunlardan tutun sosyal ve siyasal olarak çoklu kriz yaşayan iktidara karşı nasıl bir mücadele hattı öneriyorsunuz?
Çoklu kriz tanımı çok önemli bir tanım. Hem küresel kapitalizm hem de ulus devletler bu çoklu krizi yaşıyorlar. Ancak her kriz döneminde olduğu gibi bu kriz döneminde de türlü aldatmaca, hile, toplumda yarattıkları bilinç bulanıklığıyla sorunlarını aşmak istiyorlar. “Makus talihin” tekerrür etmemesi için daha cesur ve yaratıcı olması gereken bir dönemden geçiyoruz. Çoklu kriz karşısında adeta afallayan iktidar blokunun elinde sadece ve sadece Kürt savaşı kozu kaldı. Mevcut krizi Kürt savaşıyla perdelemek istediği bir sır değil artık. Peki, bu durumda iktidarın bu oyununu yine iktidarların argümanlarıyla bozmak mümkün mü? Elbette hayır! Daha somut ifade edersek örneğin geçenlerde Siirt’te bir Kürdistanlı yurttaş “Kürdistan inkar ediliyor” diyerek iktidarı ve muhalefetiyle devletçi siyasetin inkarcılığını teşhir etti. İşte bu çıkışın kendisi Üçüncü Yol çıkışıdır. Üçüncü Yol, yok sayılanın var kılınması, inkar edilenin hakikat kılınmasıdır. AKP, MHP, CHP ve İP gibi sistem partileri son yıllarda bu hakikat çığlığı karşısında zorlandıkları kadar zorlanmadılar. Bir Kürt ve Kürdistan söylemi bütün partilerin kurulu ayarlarını bozmakla kalmadı, ele verdi ve tekrardan ifşa etti. Salt oylar elden gitmesin diye iktidarıyla muhalefetiyle bütün partiler yeniden bir milliyetçilik, inkarcılık yarışına girdi. Yetmedi Kılıçdaroğlu “Kandil’i yerle bir edeceğim” sözleriyle Kürt meselesine yaklaşımını özetleyerek mevcut iktidar blokundan çok da farklı bir yerde durmadığını itiraf etmiş oldu. Ha bu sözlere “Taktikseldi, demek zorundaydı” diyenleri duyar gibiyiz. Sizin ağzınızdan “taktiksel” ya da “diplomatik” çıkan her söz, Konya/Meram’da olduğu gibi bir Kürt katliamı zeminine dönüşüyor. Bu gerçek karşısında siyaset, savaş halinin, savaş rantının ve onun çürütücü sonuçlarının faili olduğu kadar esiri de oluyor. Krizi yaratan koşulların bu milliyetçi ve savaş politikaları olduğunu dile getirmek ve toplumsal barış politikasını derinleştirerek hem iktidar değişiminin hem de demokratik bir nizamın mümkün olabileceğini bilmek ve bu bilinçle demokratik bir halk hareketini örgütlemek kaçınılmaz oluyor. Sistemin siyasal partilerinin tekelinde kalan her değer iğdiş ediliyor, çarpıtılıyor ve araçsallaşıyor. O nedenle en sahici ve sonuç alıcı yol, kriz koşullarında can çekişen yurttaşların sosyal haklar mücadelesiyle savaş koşullarında ölümü ensesinde hisseden yurttaşların toplumsal barış mücadelesini iç içe geçirmek ve partileri aşan bir demokratik halk hareketini açığa çıkarmaktır.
Yerel dinamikler bir şey muştuluyor
İktidara karşı Türkiye’nin birçok yerinde süren hak mücadeleleri var. Yeni Yaşam şiarınıza paralel olarak yerel demokratik toplumsal güçlerle ilişkiniz ne durumda, ortaklaşabiliyor musunuz?
HDK olarak neredeyse bütün bölgeleri ziyaret ettik, ziyaretlerimizde yerel demokratik mücadele gruplarıyla tartışmalarımız, fikir alışverişlerimiz oldu. Bu bir araya gelişlerde yerellerdeki, tabandaki değişim hızının, öz örgütlenme arayışlarının ve sistem karşıtlıklarının ne düzeyde keskinleştiğinin de yeterince farkında olmadığımız görüldü. Bu ziyaretleri yaptığımız bölgelerden birisi de Karadeniz Bölgesi’ydi. Yıllar boyunca özellikle Kürt halkının özgürlük mücadelesinin karşıtlığında bir özel savaş merkezi haline getirilmiş Karadeniz’de tahayyül ettiğimizin çok ötesinde kendi tarihsel, toplumsal, kültürel zenginliğiyle barışık olma hali ve bu zenginliğin izini sürme haliyle karşılaştık. Bu ‘doğal hal’, ‘partili hallerimizin’ ya da ‘resmi hallerimizin’ çok ötesinde anlam ve hakikatlerle yüklüydü. Devletin bütün ideolojisini ve sermaye gücünü on yıllar boyunca seferber ettiği bir coğrafyada, ‘partilerin’ başta mücadele mekânları üretmek olmak üzere birçok konuda yer yer çözümsüz kaldığını ancak ‘partililerin’ kendi yerel ilişkileri ve yurttaş yaşamındaki ısrarlarıyla çözümler ürettiğini deneyimlemek oldukça öğreticiydi. Özcesi tüm yerel dinamikler bize bir şeyi muştuluyor: Dünya halkları, Türkiye ve Kürdistan halkları kapitalizmden ve onun doğayı, insanı, kadını ve emeği sömüren yönetim anlayışından hızla uzaklaşıyor ve yeni yollar arıyor.
YARIN: TİP, EMEP ve Halkevleri