Kökleri daha geriye götürülebilir olmakla birlikte, Türkiye’nin demokratik güçleri için 2015’ten bu yana siyasi mücadele alanına damgasını vuran sorun, “Erdoğan’ın Başkancı Rejimi’nin devlet biçimine dönüşmesini önleme” sorunuydu[1]; 14-28 Mayıs seçimlerinin sonrasında bu geçişi önleme olanaklarımızın çok zayıfladığını; başkancı rejimin, gözlerimizin önünde, zor aygıtının temel kurumlarının siyasi iktidarı doğrudan doğruya oluşturdukları bir devlet biçimi haline gelmekte olduğunu söyleyebiliriz. Yani bundan sonra Erdoğan rejiminden kısaca büyük harfle başlayan “Rejim” olarak söz ettiğimizde sadece bir rejim biçiminden değil aynı zamanda bir devlet biçiminden de söz etmiş olacağız.
(Bir parantez açarak bugünkü durumu anlamakta kullandığım temel kavramsal çerçeveyi Poulantzas’ın devleti ve faşizmi anlamak için kullandığı “Devlet Tipi”, “Devlet Biçimi” ve “Rejim Biçimi” üçlüsünden yararlanarak kurduğumu söylemeliyim. Analizimden sonuçlar çıkarırken, Dimitrov’un “bir hükümet biçimine karşı mücadele ile bir devlet biçimine karşı mücadele” arasında yaptığı stratejik ayrımı ve “yükselen faşizme karşı mücadele” ile “iktidardaki faşizme karşı mücadele” ayrımını akılda tutmanın önemli olduğunu düşünüyorum.)
Erdoğan rejiminin devlet biçimine dönüşmesiyle belirmeye başlayan yerel islamofaşist (veya dinci-faşist) polis devletinin “sömürge tipi faşizmin” kurulu düzen tarafından tanınabilecek “meşru varisi” de olabileceği görülüyor. Bu ise “sömürge tipi faşizm sonrası”nın devlet biçiminin yine sömürge tipi faşizmin bir versiyonu olarak şekillendiği anlamına geliyor.
İktidar alternatiflerini, “bir devlet biçiminin krizi”ne bağlı olarak ortaya çıkan alternatif gelişme “yolları”nın temsilcisi olarak tanımlamak artık doğru değil. “Erdoğan rejimi”nin sona erdirilmesi sorunu bir devlet biçiminin yıkılması (/dağılması/çözülmesi) ve yerine yeni bir devlet biçiminin geçirilmesi sorununa dönüşüyor. Dolayısıyla artık Erdoğan rejiminin (yani “Rejim”in) “Millet İttifakı”nda somutlaşan düzen içi bir alternatifi yok. (Millet İttifakı’nın çözülmesini sadece “seçim yenilgisine” bağlamak bu nedenle eksik bir değerlendirme.) Artık mevcut siyasi iktidarın düzen içindeki alternatifleri devletin biçimlenme sürecindeki belirsizlikleri gidermenin farklı yollarını temsil etmeyecekler. Rejimin düzen dışı demokratik muhalefette somutlaşan alternatifi de artık “üçüncü” yol değil, “tek yol” ve yıkıcı (/kurucu) yol. Bu nedenle düzen dışı demokratik muhalefet, varlık temelini düzenin “rejim alternatifleri”nin devrimci-demokratik eleştirisine, yani “muhalefetin eleştirisi”ne oturtamaz.
Erdoğan rejimi devlet biçimi haline geldiğinde, kurulu düzen içinde bir siyasi iktidar alternatifinin oluşabilmesi ancak bu devlet biçiminin krize girmesiyle mümkün olacak. Bir devlet biçimi olarak “faşizmin krizi”nin tarihteki örnekleri, böylesi krizlerin, Hitler’in faşist istila savaşında yenilmesi, Mussolini’nin darbeye maruz kalması ve İtalya’nın Nazilerce işgali, Portekiz ve İspanya faşizmlerinin sömürge imparatorluklarının yıkılması gibi, devletin üzerinde yükseldiği temel yapıları tahrip eden büyük gelişmelerle ortaya çıktığını gösteriyor.
Bu ise, düzen dışı demokratik muhalefetin, “Sosyalist anayurdu savunan Kızıl Ordu” gibi, “İtalyan ve Fransız Direniş Hareketi” gibi, Afrika’yı saran anti-sömürgeci hareket gibi, faşizmin üzerine bina edildiği temeli ortadan kaldıracak büyük ve muzaffer güçleri içerisinden türeteceği bir mücadele sürecini öngörmesi gerektiği ve buna göre de yeniden konumlanması gerektiği anlamına geliyor.
Sadece “Suriye Barışı”nın veya sadece “Ukrayna Savaşı”nın sarsıcı sonuçlar üretebileceği kırılganlığıyla, Rejimin dayandığı temelleri tahrip edebilecek güçteki “büyük gelişmelerin” çok uzak ve belirsiz bir gelecekte olduğunu da sanmayalım.
Bu mücadele perspektifi elbette bugünkü gerçekliğimizden hareketle geliştirmeli. Ve bugünkü gerçekliğimiz, geçmiş yenilgilerimizle damgalı çok sayıda eksikliği de içeriyor. Bir sonraki yazının konusu da bu olacak.
[1] Kısaca hatırlayalım: AKP-Gülen koalisyonunun 2012’de bozulmasıyla birlikte “başkanlık” projesine yönelen Erdoğan 2014’te halkoylamasıyla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. Diyalogdan müzakereye geçiş deklarasyonu olarak hazırlanan “Dolmabahçe Mutabakatı”nın 28 Şubat 2015’te açıklanmasının üzerinden bir ay geçmeden Erdoğan tarafından bozulmasıyla birlikte Erdoğan “başkan” olmaya, demokratik muhalefet, onu “başkan yaptırmamaya” odaklandı. 7 Haziran seçimleri, 20 Temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara Gar katliamları, 1 Kasım seçimlerinin ardından gelen 15 Temmuz “Olayı”nı “Allah’ın bir lütfu” olarak karşılayan ve “Reischtag Yangını”na dönüştüren Erdoğan, MHP ve “Ergenekon kalıntıları” ile ittifak ederek “başkanlık rejimine geçiş” inisiyatifini kullandı. Erdoğan, Başkanlık Rejimi’ni 16 Nisan 2017’de yapılan ve 1,5 milyon mühürsüz oy pusulasının geçerli kabul edildiği hileli referandumda 860 bin oy farkıyla “onaylattı” ve 24 Haziran 2018’de yapılan erken seçimi “kazanarak”, bu kez başkanlık rejiminin “başkanı” haline geldi. “Erdoğan rejimi”nin devlet biçimine dönüştürülmesi, bu noktadan itibaren siyasi iktidarın odaklandığı birincil hedef haline geldi.