Hilelerin, usulsüzlüklerin, baskıların hatta ölümlü saldırıların yaşandığı sözde demokratik bir seçim süreci ülkenin başkanlık rejimine geçişi ile sonuçlandı.
Her partinin kendisini mutlaka bir yönden “başarılı” ilan ettiği ve yine işine geldiği bir yönde milletin kendisine bir görev verdiğini düşündüğü değerlendirmeler sürüyor…
Emma Goldman’ın “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı!” sözünün başına bir “sadece” ekleyerek okunmalı. Buradan hareketle 24 Haziran’da “sadece oy vererek” bir şeyleri değiştirmek gibi büyük bir beklentiye girenlerin hayal kırıklıkları da büyük oldu. CHP seçmeni bunların başında geliyor.
Muharrem İnce ve taraftarları şimdi bu rüzgarı parti içi iktidar mücadelesinde arkasına almak niyetinde, kolları sıvamış durumda. Cumhur İttifakı’nın dağılmasını bırakın neredeyse CHP iktidar çekişmeleri ile dağılacak durumda…
Seçimlerin çok detaylı teknik analizleri yapıldı. Bu alana girmeden kimin kimden oy (ç)aldığıyla ilgilenmeden, sonuçlara bakarsak en önemli ve net sonuç, yoğun baskılara, ablukaya, tutuklamalara rağmen HDP’nin barajı yıkma başarısıdır. Eşit, adil bir yarış olmayacağı başından belli olan seçimlerde aslında 3 ittifak vardı: Milliyetçilikte birbirleriyle yarışan biri faşist, diğeri görece demokrat Cumhur ve Millet ittifakları ve üçüncüsü; ezilenlerin, ötekilerin, demokratların, solcuların ittifakı HDP.
Barajı yıkan tek başına HDP değil, yok edemedikleri, sindiremedikleri bu beraberlik, demokratik güçlerin bu en geniş ittifakıydı aslında. Meclis’e gönderilen vekil profilinde de bu ittifakı görmek mümkün. Seçim öncesi, “HDP’ye giden oyların hesabı sorulur!” tehditleri savuran İçişleri Bakanının, seçimlerden hemen sonra Pervin Buldan’ı arayıp tehdit etmesi de bu konuda gösterdiği çabanın boşa çıkmasını hazmedememe hırçınlığı olarak okunmalı. Seçimlerden hemen sonra CHP milletvekili Eren Erdem’in tutuklanması da bu kafanın icraatıdır. Bu tehditler devletin bundan sonraki politikasına dair de ipuçları veriyor.
CHP’nin bu iki konuda da aldığı kör ve sağır pasiflik HDP’li siyasetçilere güdülen düşmanlık kadar eski ve bildik. Yani, bir değişiklik yok, “bu, daha başlangıç, mücadeleye devam…” Sadece oy vermek hiçbir şeyi değiştirmeyecekti kuşkusuz ama özellikle bu seçimde oy kullanmanın önemi büyüktü. Seçimlerin, daha doğrusu düzenin iki alternatifi dışındaki üçüncü seçenek HDP’nin Meclis’e girmesinin bir işlevi olmasaydı %10 gibi yüksek barajlara da ihtiyaç duyulmazdı zaten. Kürt illerinde zırhlı araçların, özel timlerin, silahların baskısı altında halkın kilometrelerce yol yürüyüp, neredeyse ölümü göze alarak oy kullandığı düşünülürse 24 Haziran’da oy vermenin önemi daha iyi anlaşılır. Batıda, kolaycı bir kibirle “boykottan” söz edenlerin en azından şimdi bunu değerlendirmeleri mümkün. Parlamento bizim gibi ülkelerde hâlâ demokrasi mücadelesinin önemli bir aracı, bu nedenle devletin sopası mevcut sistemi değiştirme potansiyeli taşıyan devrimci partilerin sırtından hiç eksik olmadı.
Barajın yıkılıp parlamentoya 67 vekilin girmesi bu açıdan iktidarı çok rahatsız ediyor. Yeni dönemde bu 67 vekile ve yine sırasını bekleyen CHP’ye yönelik tertiplere tanık olacağımızı söylemek kehanet olmayacaktır. Hakkari milletvekili seçilen DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in hala tahliye edilmemesi bu yönde yaşanacak hukuksuzluklar hakkında fikir veriyor. CHP cenahında ise Muharrem İnce’nin %30’ları yakalamasının nedenini karizmasında değil barıştan, çözümden, huzurdan söz etmesinde aramak gerek. CHP, 7 Haziran’dan bu yana milliyetçi oyları kaybetme korkusuyla kendi tabanının da sağa kaymasına neden olan, korkak, milliyetçi-populist bir politika izledi. Böylece sürekli saldırgan milliyetçiliği besledi, sonuçta “ben daha milliyetçiyim” diye yarışan iki ittifak oluştuğu gibi, MHP ve İYİ Parti’nin oyları %20’yi aştı.
CHP bu konuda artık bir yol ayrımındadır. İkisi birden olmuyor, ya 6 oktan elde kalan son ok milliyetçiliğe sarılarak faşist VP ve MHP gibi AKP dümen suyuna girecek ya da eşitlik zemininde barış ve demokrasiyi savunacaktır. Bu yol ayrımı bütün siyasi hareketler için geçerli aslında. Halkın kavgadan, savaştan, cenazelerden yeterince bıktığı çok açık. Ekonominin, yoksulluğun önündedir barış ve huzur isteği. CHP tabanından HDP’ye gelen oyların nedeni de sadece barajın geçilmesi değil bu barış arzusudur.
Önümüzdeki dönemde mücadelenin daha da keskinleşeceği ve sistemin bu savaş ve barış (saldırgan-milliyetçi, eşitlikçidemokratik) ayrımını herkese dayatacağı, herkesin bu konuda bir seçim yapmak zorunda kalacağı artık gün gibi aşikar. Üstelik başkanlık sisteminde artık baraj %10 değil, barış ve demokrasi için bir şeyleri değiştirmek isteyenler %51’i bulmak zorundadır… Üçüncü ittifakın önündeki görev tam da budur. AKP-MHP diktatörlüğünün karşısında Millet İttifakı gibi çürük birlikteliklerin dayanma şansının olmadığı artık çok net görülmüştür. İYİ Parti’nin seçimlerden hemen sonra AKP ile koalisyon sinyalleri vermesi, 24 Haziran akşamı CHP ve Muharrem İnce’ye duyulan güvenin fos çıkması kitlelerde büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu açıdan verdikleri oyun bir işe yaradığı duygusunu en fazla yaşayanlar HDP’ye oy verenlerdir.
Özetle, daha geniş bir “Halk İttifakını” oluşturmak için koşullar zor da olsa elverişlidir. Yerel seçimlerden başlayarak bu “ittifakı” genişletecek ama seçimlerle sınırlı kalmayan bir mücadeleyi örgütleme görevi, bu umudun adı olan HDP’nin omuzlarındadır.
*Bu yazı Gazete Karınca’dan alınmıştır.