Yaşadığımız çağ kapitalist modernist anlayışın dibe vurduğu; birey, toplum ve doğanın tahakküm altına alındığı, insanlığa, toplumsallığa, ana kadına, ahlâk ve politikaya ait bütün demokratik değerlerin anlam yitimine uğradığı, meta haline getirildiği bir çağdır.
Kapitalist modernist anlayış bir iktidar ve ilişki biçimi olarak toplumun kılcal damarlarına kadar sirayet etmiş, kapısını çalmadığı hane, girmediği mekan adeta kalmamıştır. Neredeyse kendimize ait “dışarı”nın kalmadığı, bütün mekânların, denetleme ve kontrol altında olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Hatta insanlığın komün yaşamına ve özgürlüğüne dair söz söyleyen, devlet dışı kalmış rıza toplumu sürekleri bile modernizmin kuşatmasında kurtulmuş değildir.
Bu kuşatma hali sonuç olarak bir krize de yol açmış, Nahak zihniyet kendi mezar kazıyıcısı durumuna gelmiştir. Özellikle Ortadoğu ve Mezopotamya’da devlet dışı kalmış rıza toplumu süreklerinin hakikat ve özgürlük arayışları, tahakkümcü zihniyetleri zorda ve darda bırakmıştır. Rıza toplumu süreklerinin kültürel direniş hattı demokratik ve özgür bir yaşamın umudunu sürekli devriye halinde tutmuştur. Kültürel direniş hattının mensupları “mekan rızasız, zaman sahipsiz, mazlum çaresiz değildir” diyerek direniş hattının ahlâkî ilkesini dile getirmişler.
Milliyetçi, dinci, erkek egemen, cinsiyetçi, pozitivist, tekçi zihniyetlerin yaptırımlarına karşı, ulus devlet anlayışının “muteber vatandaş” tanımına karşı, düzgün doğrusal tarih anlayışına karşı, toplum kırıma karşı, katı merkeziyetçi bir yönetim anlayışına karşı, karşıtlık oluşturarak toplumu ayrıştıran anlayışa karşı, yaşanan hâk ihlallerine karşı, doğanın talanına karşı demokratik bir yaşam için birlik meydanı oluşturmak çağın vicdanı olmaktır. Günümüzde tıkanan çağ gerçekliğine karşı rıza toplumu sürekleri yeniden meydan kurup, çağı doğru tahlil ederek bir yol yöntem bulmaları, bunun araçlarını oluşturmaları her zamankinden daha önemli ve tarihi sorumluluktur.
Nahak zihniyetin, karşıtlık üzerinden toplumun parçalanmasını meşru hale getirmesine, doğa ve toplum ilişkisini iktidar ilişkisine indirgeyen anlayışa, cinsiyet ayrımcılığını esas alan zihniyetine karşı; Demokrasi mücadelesi veren bütün öznelerin ikrarlı duruşu, yaşa ve yaşat duruşudur. Tıkanan sisteme de nefes aldıracak bir ilişkidir. Bu birlik ve ilişki tarzı sistemin “iyisi ve kötüsü” şeklindeki toplumu düalizme mahkum eden anlayışı ve üçüncü halin imkansızlığı zihniyetini aşan bir hakikati barındırır. Yıllarca lise müfredat programında, Mantık dersinde “üçüncü halin imkansızlığı”nın anlatılması boşuna değildi. Nahak sistem kendi yaratımı olan “iyi ve kötü” ayrımı yaparak toplumu komünal özünden koparır, ayrışmayı derinleştirir; arsıza, hırsıza, nursuza yol aldırır. Bu toplumsal mühendislik projesiyle insan var oluş hakikatinden uzaklaşır.
“Üçüncü halin imkansızlığı”nı aşmak sistemin iyisi ve kötüsü dışında toplumun kendi öz gücüne dayanarak, binlerce yıllık komünal değerleri esas alarak, hakikatle buluşması arayışıdır. Bu yönüyle hakikat ve özgürlük arayışı aynı zamanda üçüncü yol arayışıdır. Bütün ötekilerin, farklılıkların, iktidara bulaşmamış anlayışların “farklılık içinde eşitlik” ilkesi gereği rızalıkla birbirlerini var etmeleridir. Yani kendi yaşamları hakkında söz karar sahibi olmaları, özne olmaları anlayışıdır, buna aynı zamanda demokratik siyaset denir. Karşılıklı ikrar ve rızalık ilişkisi, sarmal olma, bir birini var etme, yaşa ve yaşat ilişkisidir.
Alevilerin Hakk ve hakikat arayışı aynı zamanda üçüncü yol arayışıdır. Demokrasi için meydan açma, irade ortaya koyma, gayret etme, sorumluluk alma; zikir – fikir- eylem birlikteliğinde bulunma, ikrar verme, verdiği ikrara bağlı kalma aynı zamanda toplumsal özgürlük arayışıdır. Binlerce yıllık kültürel direniş hattı ve hakikat arayışı “bilince çıkmış gerçekliktir.”