Sosyalist/devrimci güçler, kendi program ve odaklanma noktalarından sapmadan söz konusu üçüncü güç merkezinin bünyesinde kendilerine yer bulabilirler. Bu, bir seçim meselesi değil, birlikte yürüyen kuvvetlerin yaratacağı enerji meselesidir
M. Ender Öndeş
HDP’nin önceki günlerde Ankara’da kamuoyuna açıkladığı “Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu” siyaset sahnesinde tartışılmaya devam ediyor. Beklendiği gibi bu tartışma, ağırlıklı olarak seçim odaklı yorumların gölgesinde yürüyor. Beklendiği gibi diyorum, çünkü sürekli siyasi krizlerle çalkalanan ve her seferinde herkesin gerçek ya da muhayyel bir seçim takvimine odaklandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunun özellikle, sol sosyalist yapılar açısından çok yorucu ve perspektif bozucu bir durum olduğunu daha önce de yazmıştım. Devrimci sosyalist yapıların, seçim gerçekliğini de gözardı etmeyen ama esas olarak kitlelerin örgütlenmesine ve sokağa odaklanan bir çizgiyi temel alması gerekirken, hepimizin özellikle son 10-15 yılda üst üste gelen referandumlar/seçimler girdabında boğulduğu bir gerçek.
İhtimaller
HDP’nin ‘Deklarasyon’u, doğal olarak seçim ihtimallerini ve oraya yönelik projeksiyonları da içeriyor. Bu, anlaşılır bir durum. Sonuçta HDP bir siyasi parti ve yaklaşan, yaklaştığı varsayılan bir seçim ihtimaline yönelik tutumunu, ilkelerini, yaklaşımını ortaya koymak durumunda. Üstelik HDP, -aritmetik bilen herkesin takdir edeceği gibi- bu seçim açısından son derece kritik bir noktada duruyor. Daha doğrusu son birkaç seçimdir bu böyle. Örneğin, aslında 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de böyleydi. Yakın tarih bile unutuluyor bazen bu ülkede. Ekmeleddin saçmalığı yerine başka bir tablo söz konusu olsaydı, o gün bile HDP’nin ağırlığı durumu değiştirmek için ciddi bir etken olabilirdi. Yine, 7 Haziran’da AKP’yi resmen iktidardan düşüren, 31 Mart’ta ise ülkenin neredeyse bütün metropollerinde AKP’nin altını oyan da yine HDP’ydi.
Tabandaki canlanma
Bugünkü durum ise çok daha kritik bir noktada. İktidar blokunun durumu artık pek parlak görünmüyor; son seçimlerde metropolleri yitirdikten sonra bir eğik düzlemde kayma hali var ve bu arada kapitalist dünyanın efendileri de sanki biraz tutum değiştiriyor gibi. Buna karşın, muhalefet cenahında da bir heves, bir canlanma var; hatta şimdiden yeni iktidar/yeni sistem tartışmaları gündemi kaplıyor. Ancak bütün bunlar olup biterken HDP yine adeta her şeyin ortasında bir kilit taşı gibi duruyor. Muhalefet, ya yeni bir AKP’li dönemi başlatmak ya da gönüllü ya da gönülsüz HDP ile bir biçimde ilişkilenerek yürümek zorunda ve AKP bezgini kendi tabanları da bu konuda bir basınç unsuru olmaya başladı. Dolayısıyla, bir siyasi parti olarak HDP’nin, doğal olarak bundan sonraki süreçte seçimleri de dikkate alan programlar, açıklamalarla yürümesinde şaşılacak bir şey yok.
Topluma dayalı güç odağı
Ancak öte yandan, hem deklarasyon, hem de HDP’nin genel mantalitesi, seçimlerin ötesinde bir yere de odaklanıyor. Başından beri HDP, “Demokrasi İttifakı”, “Toplumsal İttifak” gibi vurgularla, sadece seçimlerle sınırlı olmayan bir toplumsal hareket yaratmayı ve güçlendirmeyi hedef olarak önüne koyuyor. Bu bakımdan ‘Deklarasyon’un, içerdiği 11 maddenin de ötesinde bir anlamı var. Şüphesiz toplumsal ihtiyaçlar ve talepler çerçevesinde hazırlanmış olan maddelerin bir önemi var; eksiği gediği olsa da maddeler kabataslak bir biçimde bugünkü rejimin yerine neyin inşa edilmesi gerektiğini ifade eden bir reformlar paketini bize anlatıyor ama metnin asıl meselesi bir program ortaya koyup kenara çekilmek değil. Metin, aynı zamanda siyasetin iki blokunun dışında başka bir güç merkezi yaratmayı amaçlıyor. 7 Haziran, Türkiye siyasetinde neredeyse yüz yıllık kökenlere dayanan iki siyaset yapma biçiminin dışında bir yolu ortaya koymuş, daha sonrasında da HDP, her alanda söyleyip yaptıklarıyla bu aykırı tutumunu sürdürmüştü. Zaman zaman iktidar ve muhalefet kanadından gelen “Hiçbir milli meselede bizimle birlik olmuyorlar” şikâyetleri, tam da bu gurur verici aykırılığın ifadesiydi. Gerçekten de HDP, birçok konuda ayrışan ama temel meselelerde aynı çizgide buluşan bu iki blokun dışında bir yerde konumlanarak aslında pratikte bir üçüncü yol, bir halk hareketi yaratmış durumda. O bakımdan HDP, Deklarasyon’la aslında tamamen yepyeni bir yol açmıyor. Zaman içerisinde ne kadar gerçekleştirebildiği sorusu bir yana, HDK/HDP ikilisinin kuruluş mantığı zaten böyleydi: Klasik iktidar/muhalefet denkleminin dışında ve karşısında kitlelere dayanan bir güç odağı yaratmak. Bu, aynı zamanda bir siyaset yapma biçimidir de.
Toplumun güç merkezi
Tam da bu bakımdan, maddelerin lafzını değil, ruhunu dikkate almak yerinde bir davranış olacaktır. Sonuçta, aklın yolu birdir; bu memlekette yaşayan herhangi bir muhalif güç, oturup bu maddelere az çok benzeyen şeyler yazabilir. Asıl önemli olan, maddelerin ötesinde böylece açılan siyaset yapma platformudur. HDP, toplumsal muhalefetin bir buluşma noktası, bir ağırlık merkezi olsun istiyor ve bütün eksikliklerine rağmen bunu yaratmaya çalışıyor. Şüphesiz, bu, temelde bir sokak hareketi olmak zorundadır. Şimdiki AKP-MHP blokunu yıkacak olan da, oluşabilecek yeni bir iktidar blokunu baskı altında tutacak olan da sokakta yaratılacak böyle bir ağırlık merkezinden başkası değildir.
Sol güçler
Bu noktada, sosyalist/devrimci güçler, kendi program ve odaklanma noktalarından sapmadan söz konusu üçüncü güç merkezinin bünyesinde kendilerine yer bulabilirler. Bu, yukarıda da belirttiğim gibi bir seçim meselesi değil, birlikte yürüyen kuvvetlerin yaratacağı enerji meselesidir. Dahası, aynı enerji, iktidar blokunun belirli bir noktada sokaklarda yaratmayı amaçlayabileceği kaosa karşı da bir savunma cephesi olarak anlamlı olabilecektir. Ayrıca, geldiğimiz noktada, iktidar blokunun peşinden sürüklenen milyonlarca yoksul insan da, ikinci bloktaki ‘sol’ görünümlü politikacılara neredeyse elli yıldır ‘lanet olsun’ diyerek katlanan milyonlarca emekçi de esasen sadece HDP’nin değil, bir bütün olarak sosyalist-devrimci güçlerin sorumluluk alanındadır. Bu yığınlarca insanın dönüştürülmesi, her devrimci gücün öznel çalışmasının yanında, onlara gösterilecek başka bir blokla da mümkündür.
Sonuç olarak Deklarasyon, başta da söylediğim gibi, maddelerinden de bağımsız olarak açtığı siyasi yol bakımından anlamlıdır ve bu topraklarda siyasi iddiası olan herkes tarafından ciddiye alınmalıdır.