Tarih, yaşamamışlardan sayacak. Her düş görülmüş, her düşünce çok önceden bir başka zihinde ışımış. Yeni bir yapıt, geleceğe miras bir tek yaratım ismimizle anılmayacak. Yeni icat saydığımız, eskitilmiş olanın eklentisi. Bozucu bir katkı bizimkisi, belki çürütücü bir yumru en fazla. Her söz önceden söylenmiş, her cümle öncekinden çekip alınmış, her ezgi çok önceden yankılanmış. Bize ait sandığımız, yağmalanmaya devralınmış öncekinin mülkü. Bizi eşsiz, bizi büyük, bizi unutulmaz yapacak olan şey, bir başkasını çoktan eşsiz, büyük ve unutulmaz kılmış. Esrarengiz bir ses, sıradışı bir yetenek, sihirli bir ad, görkemli bir hatıra olamayacağız. İhtişamlı bir öğreti, ismi zamanın genişliği bir yaratıcı, bir yaşayan imge olma ihtimalimizden bile söz edilemez. Gölgelerin gölgesinde ışık diye dolaşan, bir siyah kıvılcım en fazla. Tekrar ettikleriyle inkârın kudretini bulan şanlı ve gururlu başımız göğe erebilir, ama onu yükseklerde tutan her şey, kendi derinliğine göçmüş bir başka yüceliğin kalıntılarından.
Bize has değil, bizden gelmiyor, ihtiraslarımız bile bir öncekinin korkunçluğundan. Büyüklük heveslerimizin dibi boş, ait olduklarına iade edildikten sonra bizden geriye bir şey kalmayacak. Yalanda bir yankı, kötülükte bir taklit, hilekârlıkta bir izleyici, gaddarlıkta bir öncekinin dışavurumuyuz. Herhangi bir şeyde, herhangi bir yaratıda ve herhangi bir anda biricik olmak için artık çok geç. Zararlı varlığımızdan ve devasa kuruntularımızdan ve de ölçülmesi imkânsız küçüklüklerimizden başka bir şey değiliz. Olup olabileceğimiz yalnızca budur. Üstüne titrediğimiz dipsiz boşluğumuz, can havliyle tutunduğumuz engin sığlığımız. Yaratıcılığın, sınırları zorlayan o gücün yoksullarıyız. Gizemler ve derinliklerle örülü yapıtlar, o eşsiz şiirler, o ölümsüz anıtların bir tekinde izimize bile rastlanmayacak.
Binlerce yıl sonra ismi düştüğünde, küllenmiş hatıraları coşturacak esintilerin kaynağından değiliz. Sahip olduğumuz her şey geçmiş bir cömertliğin sunularından. Gösterişe dökmeden bir iyilik yapamayız, riyayla gırtlağına dek doldurmadan içtenliğimizi sunamayız. Cesaretimiz katlanmış korkaklığımızın, metanetimiz yıllanmış ahmaklığımızın, suçsuzluğumuz nesilleri ağılayan suçluluğumuzun örüntüsü. İçimiz ve dışımız öylesine yer değiştirmiş ki, hangi anında kendisi, hangi anında bir başkası olduğumuzu söyleyecek bir görüden, bir içe dönük bakıştan yoksunuz. O kadar yüzsüz, o kadar hesapçıyız ki, doğrunun yanında yer aldığımızda bir yalan olup çıkıyoruz. Ahlakla başladığımız ahlaksızlığa varıyor, erdemle sarktığımız günahkârlığa çıkıyor. Bir kurgu hatası, bir yapı bozukluğuyuz. Merhametle sarılsak hakikatsizlik zevkten çıldırıyor, iyilik ile yol arkadaşlığına vursak kötülük sevinçten deliye dönüyor. Birbirimize karşı ancak sinsi, sahte ve ikiyüzlü duygular besleyebiliriz. Eğilimlerimiz vasatlığımızı, birbirimize lekeleyerek akladığımız, verimsizliğimizi, iffetsizliğimizi onaylıyor.
Hayallerimiz yanlışa koşulmuş, hayatlarımız kötü bir işe kullanılmış. Yeniye söz, anlama taşıyıcı, zamana hükümran güçten ve esinlerden mahrumuz. İçine kör, kuşandığına yabancılarız. Anda görünmek ve durmadan tükettiğini bilmek, yaşadığımıza ve yarattığımıza inanmaya yetiyor. Yoksulluk ve yoksunluk ya da zenginlik, görkem ve tantana içinde doğmak, bize, tarihte yaşayacak olağanüstü yeteneklerle doğduğumuzun bir kanıtı gibi görünüyor. Ama derinlere sinmiş acılı duygu da defedilemiyor; biliyor ve hissediyoruz ki, ismimiz insanların hatıralarında yaşayacak kadar iyi ve dayanıklı bir eserle asla anılmayacak. Saklı büyüklüklerin ilahlara özgü sihirli sezgisinden, dehanın iblislere yaraşır hayal gücünden, saf olanın o doğurucu ateşinden yoksunuz çünkü. Mülk edindiğimiz her kıvrım biçimlendirilmiş, her çizgi çekilmiş, her cümle kurulmuş, her ezgi mırıldanılmış, her sahne çok, ama çok önceden canlandırılmış.
Küçücük, hileli varlıklarız. Bir yapıt veremeyiz, bir kadını ölümden kurtaramayız, bir çocuğu hayata bağlayamayız. Övünebileceğimiz tek eserimiz yinelenmiş düzen ve hiyerarşiler, çıkarlar ve acımasızlıklar, haksızlıklar ve yalanlar. Tümden yok olup gitmek ilk büyüklüğümüz olabilirdi, ona da küçüklüğümüz, hiçbir zevkin doyuramadığı aşağılık ruhumuz el vermez.