27. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin altıncı gününde ‘Dargeçit’ belgeseli gösterildi
Uçan Süpürge Vakfı’nın düzenlediği, 27 yıldan beri düzenlediği Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde dün 10 film gösterimi, 5 söyleşi yapıldı. Sinemaseverler, “Kaplan Desenleri”, “Kime Aidim”, “Çavdar Boynuzu”, “Nefes Alamıyorum”, “Sevgili Öğrencilerim”, “Olmak İstediğim Her Şey Değilim”, “Dahomey”, “Dargeçit”, “Maydegol filmleriyle kısa film seçkisini izledi.
Festivalde Özge Uçar’ın yönettiği “Yolda”, Yasemin Demirci’nin yönettiği “Onun Kalesinde”, Şirin Bahar Demirel’in yönettiği “Zarafet ve Şiddet Arasında”, Burcu Görgün’ün yönettiği “Ruj” ve Ezgi Ay’ın yönettiği “Maşallah” filmleri izleyicilerle buluştu. Gösterimlerin ardından Uçar, Ay ve Maşallah’ın kurgucusu Asya Leman seyircilerle söyleşi yaptı.
‘Yol filmi çekmek zor’
“Yolda” filminin yönetmeni Özge Uçar, kısa film çekerken kaynak bulmanın ve film ekibi kurmanın zor olduğunu anlattı. Filmin yapımcılığını da üstlenen Uçar, “Bütçeyi kendi içimizde çıkarmaya çalıştık. Yol filmi çekmek hem çekim süreci zor hem de bütçe anlamında zor. Tahmin edemediğimiz masraflar çıktı. Kullandığımız araba çok eskiydi. Çekim sürecinde yolda kaldı, çalışmadı” şeklinde konuştu. Ekip arkadaşlarının sektördeki profesyonel insanlardan oluştuğunu söyleyen Uçar, düşük bütçenin hem kendilerini baskıladığını hem de yaratıcı fikirlerin ortaya çıkmasını sağladığını belirtti.
‘Maşallah çok uzun süre bekledi’
“Maşallah!” filmiyle izleyicilerin beğenisini kazanan Ezgi Ay, filmin senaryosunu yazmayı denediğini ancak yazamadığını, birçok fikrini not aldığını ve çizdiğini söyledi. İşlerinin uzun sürdüğünü ifade etti. Ay, “Hangisini yapmak istediğime karar bile veremiyorum. Mesela Maşallah çok uzun süre bekledi ve 2022’de ‘Yeter artık, bunu yapmam lazım, ‘Bir tane bitirmemiz lazım’ diye bir ihtiyaç duydum. Oradan bunu yapmam gerektiğini anlıyorum” dedi.
Moldovai, 2. kez Uçan Süpürge’de
Yönetmen Katalin Moldovai’nin ilk uzun metrajlı filmi Without Air’ın (Nefes Almıyorum) gösteriminin ardından Moldovai’yle söyleşi yapıldı. Festivalin 5. gününde de seyircileriyle bir araya gelen Moldovai, filmi çektiği okulun gerçek yaşamda devlet okulu olduğunu, öğrencilerin korkuları yüzünden tepki göstermediklerini söyledi. Öğrencilerin öğretmenleri değerlendirdikleri sahnenin gerçek olduğunu, öğrencilerin aile korkusu nedeniyle öğretmenlere kötü not verdiğini ve daha sonra öğretmenlerden özür dilediklerini aktardı.
Yazar Wiesbauer de Uçan Süpürge’deydi
“Sevgili Öğrencilerim” filmin ardından sinemaseverler, yazar Elisabeth Menasse- Wiesbauer bir araya geldi. Menasse- Wiesbauer, hikâyeyi birlikte yazdığı filmin yönetmeni Ruth Beckerman’in film için 2020 yılında salgın döneminde kendisiyle iletişim kurduğunu söyledi. Mülteci çocukların yoğun olduğu bir bölgeden büyük bir okul bulduklarını ve çocukların bazılarının tek kelime Almanca bilmediklerini aktardı. Avusturya’daki eğitim sisteminden söz eden Menasse- Wiesbauer, öğrencilerin 4. sınıftan sonra alan seçmek zorunda olmalarının “İlkay” karakterinin üzerinde baskı oluşturduğunu, diğer öğretmenin hastalık izni alıp gitmesinin ve İlkay’ın tek başına olmasının davranışlarında katılık oluşturduğunu kaydetti. İlkay’ın çocukların gelişimindeki etkisi ve başarısını vurguladı.
Korona salgını ve filmler
Çek fotoğrafçı Libuše Jarcovjáková’nın fotoğraflarını içeren belgesel “Olmak İstediğim Her Şey Değilim”in yönetmeni Klára Tasovská ve fotoğrafçı Libuše Jarcovjákov, Zoom üzerinden izleyicilerle filme dair sohbet etti. Tasovská, çekimler için koronavirüs salgını yüzünden gitmek istedikleri ülkelere seyahat edemediklerini, bağımsız bir şekilde fotoğraf çektiklerini söyledi. Belgeselin kurgusunun 2 yıl sürdüğünü ve bir fotoğrafçının fotoğraflarıyla belgesel çekme fikrinin uzun zamandır aklında olduğunu, 15 yıl önce öğrenciyken sadece fotoğraflardan oluşan bir film çektiğini anlattı. Jarcovjákov yakaladığı karelerle dönemin politik gündemini yakaladığını şöyle ifade etti:
“Sadece sıradan şeyleri yakaladığımı düşünmüyorum. Bugün gördüğümüz şeyler 5-10 yıl sonra çok çabuk değişebiliyor ve o an yakaladığım görseller o günün politik gündemini yakalamış şeylerdi. Yakaladığım fotoğraflarla o anda olabilmeyi de başarıyorum.”
‘Dargeçit’, Ankara’daydı
Festivalin altıncı gününün sonunda “Dargeçit” belgeseli gösterildi. Gösterimin ardından; yönetmen Berke Baş, yapımcı Enis Köstepen, mağdurlardan Abdülaziz Altınkaynak’la dönemin İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şube Yönetim Kurulu Üyesi ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mardin Milletvekili Kamuran Tanhan söyleşiye katıldı.
‘Yaşanan vahşeti gördünüz’
Gözaltında kaybedilen çocuklardan Davut Altınkaynak’ın babası olan Abdülaziz Altınkaynak, belgesel hakkında şunları söyledi:
“Filmde, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde nasıl çetelerin kurulduğunu ve yaşanan vahşeti gördünüz. 27 canımızın nasıl kuyulara atıldığına şahit oldunuz. Onları kuyularda yakıp üzerlerine taş attılar. 20 sene sonra 12 yaşındaki bir çocuğu 120 metre derinlikte bir kuyudan kendi elimle kemiklerini çıkarttım.”
Filmin Ankara’daki ilk gösterimini yaptıklarını söyleyen yönetmen Berke Baş, “Filmin hikayesi 1995 yılına uzanıyor. Enis ve ben sadece son 7 yılına tanık olabildik. Bu projenin ortaya çıkması için arkamızda duran ve bize yol gösteren Hafıza Merkezi’ne öncelikle çok teşekkür etmek istiyorum. Onların gerçekleştirdiği bir toplantı sırasında böyle bir belgesel talebi ortaya çıkmıştı. Ve çok şanslıyız ki, o dönem Hafıza Merkezi’nde çalışan Enis ‘Bu filmi beraber yapalım’ teklifiyle geldi. Ardından uzun yolcuğumuz başladı. Ve şimdi Ankara’da bu yolculuğun bir etabını tamamlamış durumdayız” diye konuştu.
Yapımcı Enis Köstepen, Dargeçit Davası’nı belgesel yapmak için seçmelerini şöyle açıkladı:
“Projeye ilk başladığımızda, Dargeçit Davası üzerine olacağı kesin değildi. Çünkü o dönem devam eden başka davalar da vardı. Cizre Davası ve Lice Davası da filmde gördüğünüz gibi gündemimizdeydi. Ardından zaman içerisinde Dargeçit Davasına daha çok yönelmeye karar verdik. Esasında bazı şeyleri azaltmak, odaklanma sürecini hem kolaylaştırdı hem de zorlaştırdı. Çünkü Dargeçit Davası hem çok özel bir dava hem de ülkenin çok geneli bir sorunu.”
‘Dokuz aylık ön araştırma sürecimiz oldu’
Köstepen’in ardından tekrar söz alan yönetmen Baş, çekim sürecini ve odaklandıkları noktayı anlattı. Baş, bunlara ilişkin şöyle konuştu:
“Süreç, çok büyük bir araştırma ile başladı. Arşivlere ve tabanlarına dalmak epey bir zaman aldı. Aslında bizim kamerayla çekime başlamamız, 9 aylık bir ön araştırma sürecinden sonra oldu. Önce sürecin avukatı Erdal Kuzu ile tanıştık. Erdal, kendini bu davalara adamış ama hiçbir şekilde ön plana çıkmak istemeyen biri. Ama biz anlaştık ve sağ olsun yolcu olarak kameramızı da aldı arabasına. Ve Adıyaman gidişlerinde ona eşlik etmeye başladık. O davalar sırasında Abdülaziz Altınkaynak, Mehmet Coşkun, Ahmet Akyön, Osman Seyan ve diğer ailelerle de tanışma şansımız oldu. Filmde gördüğünüz gibi, adliye koridorlarında uzun bekleyişlerimiz oldu. Saatlerce o kapıların açılmasını bekledik, sonrasında adliye kantininde beraber çay içtik. O yakınlığımızı da filmde yansıtmak istedik. Ama odağımızı, kayıpların anısını güçlü tutmak ve bu filmi bir şekilde onların anısını canlı tutmak ve onlar için mücadele eden insanlara yoğunlaşarak ve onlar için savaşan insanlara da vermek istedik.”
‘Faili belli cinayetler’
İHD Mardin eski Şube Yönetim Kurulu Üyesi ve DEM Parti Mardin Milletvekili olan Kamuran Tanhan ise, izleyicilerin belgeselde davanın yaklaşık 8 yılına şahitlik ettiklerini belirtti. Faili belli cinayetleri Meclis’e taşıdığına değinerek, şunları söyledi:
“Biz yaklaşık 12-13 yıl önce başladık kuyu kazılarına ve Mardin’de yaşanan faili meçhul cinayetlerin araştırmasına. ‘Hançer timi’ adı verilen faili belli cinayetleri işleyen kişilerin mağdurlarını araştırmaya başladık. O dönem her şey cesaretli bir Cumhuriyet savcısının ikna edilmesiyle başladı. Çünkü o güne kadar İnsan Hakları Derneği olarak yaptığımız tüm başvurular, hep savcıların duvarlarından geri döndü. Dargeçit’te 7 insanımıza ve Kızıltepe’de 20’nin üzerinde insanımıza ulaştık. Açıkçası bu filmi izlerken, ne kadar çok acı yaşadığımızı bir kez daha hissettim. Ki belki o gün bunu hissetmedik, yaşımızım verdiği toylukla. Bunu Meclis’te de dile getirdik, bu sadece belki de deniz içerisinde tek bir damla olarak görülüyor. Faili belli cinayetlerin aydınlığa kavuşturulması için çalışmalarımız sürecek.”
KÜLTÜR SERVİSİ