Deprem gibi çatışma gibi doğal ya da insan eliyle oluşan afetlerin, krizlerin en çok çocukları etkilediği ortada. Ancak bir ülkede çocuk koruma sistemi varsa ve ne kadar etkili ve hak temelli çalışıyorsa o ülkedeki çocukların bu tür kriz durumlarının olumsuz etkilerine maruz bırakılması da o kadar az oluyor. Çünkü çocuklar bu sistem ile risklere karşı korunuyor, güçleniyor. Uygun mekanizmalarla kriz yönetimi süreçlerine katılabiliyor, sesleri, görüşleri duyulur, bilinir oluyor.
6 Şubat depremlerinin üzerinden 73 gün geçti. Bu depremler Türkiye’de çocuk koruma sisteminin güçlendirilmesi gerektiğini bir kere daha açıkça gösterdi: Yasalarından mekanizmalara, yaklaşımından temel ilkelerine kadar 100 yıllık Cumhuriyet’in çok acil etkili, önleyici, hak temelli bir çocuk koruma sistemine ihtiyacı var.
Dedim ya 73 gün geçti depremlerin ardından. Ancak hâlâ ebeveynlerine ulaşılamayan çocuklar ve hâlâ çocukları hakkında bilgi alamayan ebeveynler bulunuyor. Depremin ilk gününden beri refakatsiz ya da kayıp haline gelen çocukları izleyen, onların takipçisi olan Afet-Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi bu konuda olgular paylaşmaya, ilgili bakanlıkların/kurumların ihmallerine işaret etmeye devam ediyor. İşte üç çocuk ve bu üç çocuğun yaşadıklarına dair oluşan sorular…
5 yaşındaki E.
E. Hatay’da ailesi ile birlikte binadan çıktı. Yaralı halde ambulansa bindirildi ancak E.’den bir daha haber alınamadı. Ailesi E.’yi Hatay, Ankara, Mersin, Adana, Zonguldak’taki hastanelerde 20 gün boyunca aradı. Aile, çocuklarının aslında hayatını kaybetmiş ve Hatay’da kimsesizler mezarlığına defnedilmiş olduğunu 25 Şubat’ta öğrendi.
Peki ama ambulansa ailesi tarafından teslim edilen E., nasıl oldu da isimsiz/kimliksiz şekilde defnedildi? Hayatını kaybeden ve kimliği belirlenemeyen çocukların kimliklendirme işlemleri (parmak izi, DNA örneği, fotoğraflama) neden her çocuk için prosedüre uygun ve standart şekilde yapılmadı? Kimliklendirme işlemlerinin standartlara uygun ve hızlı şekilde tamamlanması için bölgede gönüllü çalışmak isteyen adli tıp uzmanlarına neden izin verilmedi? Kimliksiz defnedilen çocuklar olduğu bilindiği halde, şehir şehir çocuklarını arayan aileler DNA örneği vermeleri için neden en baştan yönlendirilmedi?
2 yaşındaki D.
D.’nin ailesi deprem sırasında vefat etti. D.’nin cansız bedeni, depremlerden 66 gün sonra, enkaz kaldırılırken tesadüfen(!) bulundu. D. kimsesizler mezarlığına defnedildi.
Peki ama D.’nin cansız bedeni tesadüfen bulunmasaydı kayıtlarda nasıl yer alacaktı?
Deprem sırasında “kayıp” hale gelen, akıbeti bilinmeyen çocukları “aramanız” için çocuklar hakkında mutlaka bir ihbar mı olması gerekiyor? Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan çocuklar aileleri/yakınları tarafından aran(a)madığında devletin ilgili kurumları tarafından takip edilmiyor mu? Enkaz kaldırma çalışmaları sırasında, o enkazda akıbeti belli olmayan çocuk ve yetişkinlerin olma ihtimaline ilişkin bir süreç işletilmiyor mu?
Bebek A.
Babası A.’yı dört şehirde, hastanelerde aradıktan sonra, İstanbul’da bir hastanenin yoğun bakım servisinde buldu. Bebeğin sevk edilmesi gerektiği söylendi ancak nereye sevk edileceğine dair bilgi verilmedi. Bebek A., enkazdan çıkarılıp babası ile birlikte hastaneye kaldırıldı. Bebeğin ilk müdahalesi babasının yanında yapıldı.
Peki ama Bebek A., kimlik bilgilerini babadan almak mümkün olduğu halde, nasıl ve neden “kimliği belirlenemeyen” olarak sevk edildi? Bir bebek 1248 km uzaktaki bir hastaneye kayıt tutulmadan nasıl sevk edilebildi? Adıyaman’a yakın şehirlerdeki hastaneler afet durumlarında hizmet verecek niteliğe ve kapasiteye sahip değil mi?
…
Koordinasyonun dile getirdiği bu sorular, yüzünü çocuklara biraz da olsa çeviren herkesin kafasının içinde dolanan sorular… Yanıtları vermesi gereken muhataplar ise belli: İçişleri, Adalet, Sağlık ve Aile ve Sosyal Politikalar bakanlıkları. Ancak muhataplarından henüz ses yok. Olsun, etkili bir çocuk koruma mekanizması için sorular sormaya, çocuklarını arayan ebeveynlerin de refakatsiz kalan çocukların da takipçisi olmaya devam!